Fazilet Hanım’ın, komşusu Elmas Hanım’a “Aslında evlilikler yirmi beş yıl arayla tazelenmeli” demesiyle başlar sohbetleri. Oysaki 60 yılı arkalarında bırakıp bugüne gelmişlerdir Fazilet Hanım ve eşi.
Elmas Hanımın “niye ki” diye meraklanmasına “Bunca yıl aşık olmak nedir bilmedim ben, nasıl bir şey ki aşık olmak?” diye sorar çok kereler kendine sorduğu gibi.
Anadolu’nun küçük bir kasabasında oturduğumuz yıllarda diye başlar anlatmaya; Liseyi yeni bitirdiğim zamanlar, çevreden taliplerin var diyorlar. O yıllarda kızların çocuk yaşta evlendirilmeleri söz konusuyken liseyi yeni bitirebilmişim ve doktor olmak istiyorum. Öğretmen olan ağabeyim bir akşam yemekte, gönlünde birisi var mı diye sorunca şaşa kaldım. Ağabeyimle böyle konuları konuşmazdık hiç, ne diyeceğimi bilemeden sadece henüz evlenmek istemediğimi söyleyebildim. Birkaç gün sonra yine bir akşam yemek sonrası çaylarımızı içerken ağabeyim aynı konuyu açtı ve kendi meslektaşı olan en yakın arkadaşının bana talip olduğunu söylediğinde olamaz ben ona Sedat Ağabey derken nasıl kocam olarak görebilirim ki diyebildim. Günler geçti konu kapandı derken; üniversite sınavlarına hazırladığım dönemde tek hayalim doktorluk için harıl harıl çalışıyorum. Bir gün komşu teyze annemle konuşmaya geldi. Görücü olarak geleceklermiş, akrabalarıymış beni anlatmış onlara, adam tır şoförüymüş, varlıklıymış, tır kendine aitmiş falan diyerek çok met etmişler. Annemler bana sormadan gelmelerini kabul etmişler. Geldikleri akşam en kötü elbisemi giydim, saçımı bile taramadım ki beni beğenmesinler diye. Kahve servisinde yüzümden düşen bin parçaydı sanki. Neyse ki damat adayının yaşı epeyce büyük diye bizimkiler de olmaz dedi.
Aradan aylar geçti artık beni evlendirmeyi unuttular diye düşündüğüm ve üniversite sınavlarına müracaatımı yaptığım gece bizimkiler akraba ziyaretine giderlerken, olan oldu. Babamın “Biz gelene dek iyice odanda düşün taşın ya Sedat Öğretmen ya da geçen gece gelen tır şoförü” sözleri yıllarca kulaklarımda çınladı. Üstelik kapımı da üzerime kilitleyip çıktılar. Anneme beni kurtar der şeklinde baktığımı hatırlıyorum. Ve de onun çaresiz bakışları hala hatırımda. Çaresizliği yaşadığım ilk andı. Babam aslında ileri görüşlü iken nasıl olmuştu da bana baskı yapıyordu, bana nasıl kıyabiliyordu anlayamıyordum, çevrenin etkisinde kalmak buydu demek diye öfkeden patlamak üzereydim. “Nasıl ağladım bir bilsen, gözlerimin akı ala döndü, yaş kalmadı, başım iki beton arasında sıkıştırılmış gibiydi, sızıp kalmışım, geldiklerinde beni perişan bulmuşlar” derken tekrar aynı günleri yaşar gibi nemlenir gözleri. Aileye karşı gelmek olmaz diye büyütüldük ya o yüzden direnemedim. Ertesi sabah babam sorduğunda, “Siz nasıl uygun görürseniz” demek zorunda kaldım diye anlatırken kendi kararını kendi verememesinin hüznünü, yıllar sonra hala yüzündeki ifadeden anlar komşusu.
Sevgi nedir? Aşk nedir? Bilemeden kendini Sedat Ağabey dediği kişinin karısı olarak buluverir. Birkaç yılda biri kız biri erkek iki çocuk annesidir artık. Ancak anne olduğunda evliliği kabullenmiştir, farklı sorumluluktur çünkü çocuk büyütmek. Birlikte omuz omuza yıllarca yaşarlar, çocukları evlenir, torunları olur aile hayatları devam eder. Yıllar sonra eşi Sedat Bey Alzheimer olduğunda Fazilet Hanım, önceleri eşine konduramasa da unutkanlıklarını kabullenemese de, sanki yeniden çocuk büyütürmüş gibi ihtimamla bakar kocasına. Sedat Bey’in de eşinin gözünün içine sevgi dolu ve minnetle bakması artık ikisinin de birbirleri olmadan yaşayamaz duruma geldiklerinin ispatıdır.
İleri yaşlarda aşkı tanıyamadığına serzenişte bulunurken, onları bir arada tutan alışkanlık mı yoksa eşinin aşk dolu bakışları mıydı? Bunu asla bilemeyecekti…
Bir cevap yazın