Hiç dikkat ettiniz mi? Modern zamanların en fazla ses getiren icatlarının nerede ise tamamı iç sesimizi katletmeye yönelik. Kulaklarında şu zımbırtılarla , müzik dinleyerek yürüyen şu yeniyetmelere bakın. Zombi gibi bütün insani algılarını kapatıp yürümek bir ergen için belki sıradan sayılabilir de şu koca koca adamlara kadınlara ne demeli?
Hızlı okuma kursları örneğin. Bütün mesele iç sesini çıktığı yere geri postalamak. Hızlı dil kursları? Peki ya, anlamadığı bir dilde ezbere dönen Kur’an kursu talebeleri? Düşünen soran sorgulayan yanını dizginle; yolun açık olsun. Belki sistemin düşünmeyen, itaat eden insansı ihtiyacından kaynaklanan bir algı operasyonudur; bilmiyorum.
Oysa iç sesimiz insan yanımızdır. Beynimizin doğaçlama mekanizmasıdır. İnce işçiliktir. Hele bir de benim gibi melodi mırıldanmayı öğrendiyse, ne gerek var şu teknolojik zımbırtılara. İnsan iç sesiyle dost olduğunda,kendisi ile barışır. Hatta sufiler gibi, tanrı ile konuşur. Ekseri şizofrende olduğu gibi, tanrıdan doğrudan mesaj alır. Yürekli insan, bir tek iç sesinden korkar. Ona cevap verecek yüzü olmamasından korkar.
Yine o kadının billur sesi yankılanıyordu içimde. Hafiften bir ahmak ıslatan Ankara yağmuru tepemde, kimbilir yine nerede unuttuğum şemsiyemi düşünürken, öpüşe öpüşe ilerleyen aşıkların ardından, Sakarya Caddesi’nin, bir türlü düzeltemedikleri bozuk parke taşlarını adımlar buldum kendimi.
Dönercilerin önünden, et kokuları, yağmura aldırmayan genç kız kahkahaları arasından geçip, çiçekçilerin yuvalandığı ara sokağa sapana kadar aynı kadının nağmeleri ile yürüdüm.
Kafamın içinde hep o deli sorular :Aşk, hangi uğursuz zamanda nefrete dönüşür? Birbirinden iki uzak uçta bulunan bu iki duygu silsilesi, beynin iki ayrı noktasından nasıl hareket eder de omurilik soğanında kozlarını paylaşır? Ve nasıl her seferinde nefret olarak karbon monoksit gibi bütün huzmelerimizden fışkırır? Bu, delilikle kardeş 2 uç duygu patlaması nasıl olur da aynı bünyede aynı anda varlığını sürdürür?
Hurufilerin bile cevabını veremediği sorular nöronlarımı hırpalarken, Kavaklıdere’ye doğru tırmandığımı farkettim. 28 Numaralı dairenin kapısına dayandığımda, yağmur dinmişti. Zili 2 kez çalmamla kapının açılması bir oldu.
”Ben de sizi bekliyordum” dedi;kapıyı açan, 1.70 boylarında, uzun siyah saçları sağ yanından sarkan, yüzünde garip bir ışık huzmesi dalgalanan güzel kadın.
Birkaç saniye bakıştıktansonra, kapıyı açıp kenara çekildi; buyur etti içeri. Birkaç dakika sonra, sade döşenmiş, kadınsı çizgilerin hakim olduğu salonda karşılıklı oturuyorduk.
”Tahmin ettiğimden kısa sürdü” dedi.
Bir süre cevap vermedim. İçimdeki şarkının bitmesini bekledim. Aslında kolay olmadı dedim. Hiç iz bırakmamışsınız. aşkınızdan ve nefretinizden başka…
Gözlerini kaçırdı.
Tabii Arnavut uyruklu oluşunuz, annenizin eczacı oluşu ve kantarit maddesinin satışının tüm avrupada, bir tek Arnavutluk’ta serbest oluşu da size ulaşmamı kolaylaştırdı.
Sinan Bey ile duygusal yakınlığınızı, çevrenizdeki herkes biliyordu. Mesele kimliğinize ulaşmaktı. Zira maktulile hiçbir yakınlığınız, hatta tanışıklığınız bulunmuyordu. O gece yemek yenileceğini gruptaki arkadaşlarınızdan öğrendiniz. Aynı lokantada, toplantı masasını tam karşıdan gören bir masaya, rezervasyon yaptırdınız. Bütün gece hiç yerinizden kalkmadan avınızı gözlediniz. Planınızı uygulamak için fırsat kolladınız. Tam vazgeçmek üzereyken, gecenin sonunda, fırsat ayağınıza geldi. Sinan Bey garsonu çağırıp 1 tek rakı istedi. Garson siparişi getirmek için mutfağa doğru yollanırken, tam 01.32’de siz de masanızdan kalktınız. garsonu bir anlığına lafa tutup kantariti kadehin içine boşalttınız. Tam 01.37’de de masanıza geri döndünüz. Ancak atladığınız bir husus vardı. Sinan Bey rakıyı kendisi için değil maktul için söylemişti. Ertesi gün televizyonda ölenin kimliğini görünce oldukça şaşırmış olmalısınız.
Yüzünde muzip bir gülümseme ile sözümü kesmeden dinlemeye devam ediyordu. Ne zaman susacağını bilen zeki kadınlardan diye geçirdim içimden.
Yalnız, henüz sırrına eremediğim bir husus var dedim. Dikkatini bana verdiğini, alnının kırışmasından anlayabiliyordum. Siz sevgiliydiniz. İyi kötü bir hukukunuz, yaşanmışlığınız vardı. Öğrenmek istediğim; belki özel,cevap vermeyebilirsiniz. Aşk ne zaman nefrete dönüştü?
Yüzünde yine bir gülümseme belirdi. Ama bu acı bir gülümsemeydi. Cevap vermeyeceğini anladım.
Peki dedim. Sayın Albana Aferdita, sizi Sinan Kalfaoğlu’nu’nu öldürmeye teşebbüs etmek ve Ömer Faruk Akkan’ı öldürmekten gözaltına alıyorum. Haklarınızı merkezde arkadaşlarım size okur.
Bir cevap yazın