Anıl, ‘ben gidiyorum’ dedi. Dilek için zaman durmuştu. Onca sene bu adamla birlikte olmuş ve sevmişti. Hiç kimseyi sevmediği kadar bu adamı sevmişti. Onunla nişanlandığında mutluluktan havaya uçmuş ve hayaline hayal katabilmişti. Dilek, Anıl’la Almanya’da tanışmış ve nişanını da Türkiye’de yapmıştı. Şimdi anlamadığı sebeplerden dolayı, Anıl, ‘ben gidiyorum’ diyordu. Dilek bir şok yaşamıştı ve bunun altından nasıl kalkacağını bilmiyordu. Onun deyimiyle; ‘adam ekmek almaya gitmiş ve bir daha da geri dönmemişti’.
Dilek, hiçbir şey demeden Anıl nasıl onu terk ettiyse, gururuna yediremediğinden, yeni satın aldıkları evden, eşyalarını toplamadan, anahtarı evde bırakıp, kapıyı çekip gitmişti. Bir daha da geri adım atmaya niyeti yoktu. Çünkü sevmişti, bir kadın sevdiğinde, erkeğine köle olurdu ama o kölelikten azat edilmiş bir şekilde çıkıp gitmişti; nereye gittiğinden habersiz. İlk olarak annesinin evine sığındı ve annesinin yanında eski Dilek’in yaşantısına hızlı bir dönüş yaptı. Şimdi, Dilek için özgürlük vaktiydi. Kadın özgür olduğunda, Erkeği bile kafasına takmazdı. Dilek de Anıl’ı kafasına takmamaya yemin etmişti.
Annesinin evinden dışarıya çıktığında, Filiz isimli kız kardeşinden kalan bisikleti aldığı gibi kendini sokaklara attı. Bisikletin üstüne bindiğinde gözü hiç kimseyi görmüyordu ve artık uçma vakti gelmişti ve uçuyordu. Bursa sokaklarında kırmızı bisiklet ile yılların 90’li yılları gösterdiğinden habersiz, uçuyordu. Arkasından bakan erkeklerin, erkeklerin seslerinden artık nefret edercesine kendine odaklanmıştı. Bursa’da saat kulesine geldiğinde, tophanenin o meşhur havasında soluklanmaya karar vermişti ve orada uzun süre düşünmeye başladı. Hayatını ve kendini sorguladı. Belki de erkeğe köle olduğu hayatını. Oturduğu yerden kalktığında; ‘Anıl bana özgürlüğü geri verdi’ dedi ve yoluna kaldığı yerden devam etti.
İş başvurusunda bulundu, dayısı olacak adam, buna karşı çıksa da, o kimseye aldırış etmeden, kulaklarını insanların gereksiz seslerine karşılık kapatmıştı. Neymiş efendim; ‘kızlar çalışmazmış’, kızlar o zamanın diliyle çalışmazdı, çünkü kızı çalıştıran baba pezevenk, kadını çalıştıran koca ise yine pezevenk lakabını alıyordu. Dilek, çoktan hostes olarak çalışmaya başlamıştı bile. Kendi parasıyla, kendi mutluluğuyla, hayatına Anıl’dan başka erkek dahil etmeyerek özgürlük yolundaydı. Onun soluklanacağı yer, annesinin yanıydı. Kız kardeşi, ablası ve abisinin olması ona şans ve uğur getiriyordu. Tek başına dimdik ayakta, Anılsız bir hayatında olabileceğine tanıklık edebiliyordu. Bir gün Almanya’dan mektup gelmişti. Mektubu açmak istemeyen Dilek, radyodan o çok sevdiği Aşkın Nur Yengi’nden ‘Serserim Benim’ isimli şarkıyı açtı ve eline aldığı sigara ile dertlerini sigaraya anlattı. Şimdi, bu halde babası onu görse, ya dayak yerdi, ya da uzun sürecek tartışmanın nedeni bir sigara olurdu. Hiç aldırış etmedi ve mektubu da uzun süre hiç açmadı.
Babasının içmesi, annesinin babasından çekmesi, erkeklere karşı olan nefretini bir kat daha arttırdı. Umurunda değildi dünya. Dünya onun için özgürlük ve uçmaktan ibaretti. Babasını kaybettiğinde derin üzüntü içerisine girdi. Bu üzüntü babasına duyulan sevgide olsa, babası diktatör bir adamdı ve Dilek için baba duygusu farklı bir duyguydu. Babasının ölümünden sonra kalan miras sayesinde, havuzu olan, hayalini kurduğu, koca bir eve sahip oldu. Annesini de yanına alıp, erkeksiz de yaşanabilecek hayatın izlerini sundu. Akşamları gidilen barlar, gündüzleri gidilen sabah sporları ile çalıştığı hayatına emekliliği ile ara verdi. Anne emekli, kendisi emekli ve erkeğe ihtiyaç duyulmayan hayatın mutluluğunda savrulup gitmek kadar güzel bir şey yoktu hayatta. Ama Anıl’da yoktu. O çok sevilen Anıl, kim bilir, nerede, ne yapmaktaydı. Uzun süre Almanya’dan gelen o mektup açılmadı ve Anıl’ın ismi de o günden sonra anılmadı. Dilek’e gelen sürpriz isimli bir misafire anlatıldı bütün sırlar, güzel anılar.
Bir gün Dilek’in hiç çalınmayan kapısı, çalındı ve gelen tanrı misafiri bütün sır perdesini aralamaya gelmişti. Aradan geçen onca seneden sonra neden bir misafir bugün kapıya dayanmıştı ki? Sorunun içerisinde sorular mevcuttu ve Dilek bu soruların cevabını hiç merak etmiyordu. Gelen misafirin ismi Anıl’ın kız kardeşi olan Serpil’di. Dilek, Serpil ile evde konuşmak yerine, Antalya’nın derin sıcağında bir kafede oturup, deniz manzaralı yerde, eski anıları ortaya saçmayı tercih etti. Gelinen kafede, ilk olarak Dilek, içki siparişinde bulundu ve Serpile de ne içeceğini sormak yerine, ona da bir yudum içki söyledi. Serpilin gözü Dilek’ten başkasını görmüyordu. Onun adresini bulduğundan beri kafasında binlerce problemle kavga içerisinde olmaktan yorulmuştu. Söze Dilek girdi;
-‘Senin gelmene şaşırdım. Beklemediğim bir anda kapımı çalman neyi değiştirebilir ki! Giden hayatımı mı? Yoksa aşık olduğum nişanlımın beni neden terk ettiğini şimdi öğrenmem neyi değiştirebilir söyler misin?’
Serpil sesini çıkarmadan garsonun masaya koyduğu içkiden bir yudum tattı ve konuya girmeye hazırlandı. Kafasında derledi, topladı ve sonunda konuşmaya girdi;
-‘Seni seven bir adam, tabii ki sende onu seviyordun bunu inkar etmek yanlış olur. Her insan bir gün gitmek zorunda kalabilir. Her insan bir gün ölmek zorunda da kalabilir. Ama bazı insanlar, sevdiklerine zarar vermemek için gitmek zorunda kalır, bazı insanlar ise sevdiklerine zarar vermek için gitmek zorunda kalır.’
Dilek’in aklı karışmıştı. Bu kızın ne söylemeye çalıştığı belirsiz, anlamsız ifadeler arasında kalıyordu. Dilek; ‘yani’ dedi.
Serpil sonunda hikayeyi baştan anlatmak zorunda kaldığının farkına vardığından habersiz, tekrar bir çocuğa masal anlatır gibi anlatmaya başladı;
-‘Ağabeyim Anıl, seni sevdiğinden dolayı tekrar Almanya’ya geri döndü. Baban olacak o adam ağabeyimi korkutmamış olsaydı her şey farklı olabilirdi. Ama silah ve tehdit insanları korkutabilir, ağabeyim beni öldürmemek için senden vazgeçti. Ağabeyim, sana bunları anlatan bir mektup yazdı ama sen cevap vermek yerine, mektubu hiç açmadığına eminim’
Dilek, şok içerisinde, cevap vermeden, yanında taşıdığı mektubu açtı. ‘Ekmek almaya giden o adam, bu mektupta şimdi her şeyi anlatmış mıydı acaba?’ diye düşünen Dilek, cebinden çıkarıp, açtığı mektubu bir solukta okudu. Gözlerinden akan yaşların tarifi yoktu. Babasının özgür bir kız yaratmak istemesi, kendisini bir proje kız olmasından habersizdi ve babası bundan hiç bahsetmemişti. Peki ya annesi? Annesi de bu konu hakkında hiçbir şey söylememişti. Dilek, babasından bir kere daha nefret etti. Varlıklı bir baba, kızının sırf özgür olmasını istediğinden, kızını aşktan mahrum bırakmıştı. Önüne çıkan hiçbir erkeğe bakmamıştı Dilek. Çünkü Anıl gittiyse, başka erkeklerde gidebilirdi. Aynı acı bir daha yaşanamazdı. Aynı acı, bin defa hissedilemezdi. Dilek gözlerinden akan yaşları silip, Serpile; ‘Anıl yaşıyor mu?’ sorusunu yöneltti.
Serpil, hiçbir cevap vermeden kalktı masadan ve Dilek’e; ‘babanın ölümü ani olmadı ve baban öleceğinden haberdardı. Arkasında bir kadın bırakacaktı ve bu kadın da senin gibi güçlü kıza emanet edilmeliydi. Ablan evli, kız kardeşin evli, Ağabeyin evli ve geride bir tek sen kalmıştın. Senin içinde Anıl vardı ve ağabeyim, senin ailen ve kendi ailesi için geri çekilmek zorunda kaldı.’
Dilek, özgürlükçü kimliğinin arkasında sakladığı acıdan bir habermiş ve bugün, sıcak havada, biranın sarhoş etkisiyle ‘o öldü değil mi?’ diye bağırmaya başladı. Serpil, hiç cevap vermeden ağabeyini koltuklu sandalyesi ile ağaçların arasından çıkardı. Dilek şaşkın, Anıl gözü yaşlı Dilek’in gözlerinden akan yaşta boğulur vaziyetteydi. Bu saatten sonra ne değişebilirdi? Bunca zamandan sonra Anıl’da bilmiyordu neden Dilek’in karşısına çıktığını. Ama onu özlemişti. Topalda olsa özlemişti. Dilek, Anıl’a sarılmadan önce; ‘nasıl oldu bu?’ sorusunu sorma gereksiniminde bulundu. Anıl’ın ağzından ‘baban’ lafını duyunca, önce sarsıldı sonra ‘Ağır romanda giden sendin, geri dönmeyen aşıklar da bizlerdik’ diyen Dilek, Anıl’ın suratına bakmadan evine geri döndü. Gözlerinden akan yaş acının ifadesi, kalbinde hissettiği yaşlar ise bu hikayenin sonuydu. Onca sene çekilen acı, bir günde dinmezdi ve bu acının dinmesi bugün değildi. Hiçbir zaman geriye dönüş yoktu. Biten bitmiş, giden gitmiş ve babasından kalan hatıra bir Anıl olmuştu
Bir cevap yazın