MÜJDAT GEZEN VE FALANCA BİR ADAM
Adı her neyse işte… Bilmem nerede doğup büyümüş. Belli ki okumuş iki satırını üç beş kelamın! Ama okuduklarından pek bir şey anlamamış. Eline aldığı her kitabı (mutlak dokunmuştur onlardan bir kaçına) “Nece yazıyor bu yahu” deyip yıllarca düşünmüş durmuş. Düşünmek! Dilimize yabancı! Sonunda düşünmeye değer bir şey olmadığına karar verip atıvermiş bir kenara. Kenar! Çöplük. Ateş!
Bu adam falancanın kapı komşusu; öğrencisi, iş arkadaşı, çalışanı… Falancanın filancası işte! Türkçede tam karşılığı yok. Birilerinin bir şeyi olan bu adam, bir gün almış eline bir bidon benzini düşmüş yola. Kafaya koymuş yani, yakacak bir yerleri. Ama kafaya, salt kendi kendine koymuş bu kundaklama işini. En nihayetinde kafa bu, koymasan da çalışır, iyi düzenek, tanrı işi! Yani birileri kafasına girmemiş. Adamı değilmiş birilerinin! Öğütlenmemiş ve denmemiş ki: “Git ulan kundakla şu pezevengin binasını. Olur olmaz konuşup duruyor. Gerçi epeyce susturduk, uzaklaştırdık televizyondan ama sesi hala boru gibi çıkıyor. Üstüne üstlük Atatürkçü! Bir adam Atatürkçüyse (o aynı zamanda cumhuriyetçidir de) bizim gibi olamaz. Bizim gibi olmak kolay mı? Bizim gibiler sanat sevmez. Hem nedir ki sanat? Dinden imandan çıkartan bir insan icadı! Git kundakla ki ne olacak görelim.” Kimsenin böyle bir şey dediği yok. Laf çıkartmayın bir de. Ama kafaya koymuş bir kez, yakacak bir yerleri.
Efendim elinde bidon aylak aylak gezinip dururken (gecenin birinde) “Müjdat Gezen Sanat Kültür Ve Eğitim Vakfı” gelmiş aklına. Bu kadar uzununa da yeni denk gelmiş. Durup dökerken! Hayırdır inşallah! “Sanat!” Ulan, demiş, o sanat bu sanat olmaya? Vay sanat düşkünü Müjdat vaay! Kıvırmış dümeni sanata. Durmaksızın. Zaten hemen üst sokakta! Tesadüf!
Vakfa geldiğinde şöyle bir kolaçan etmiş etrafı. Kimsecikler yok. Yanaşmış götün götün. Bakmış bir Atatürk büstü. Kapının sağında hemen, yola doğru bakıyor. Nasılsa yüz yüze değiller, yüzleşmeyecekler, aldırmamış. Dökmüş benzini çalmış ateşi. “Sanata ölüm! Yaşasın bizden olanlar!” Ateş aç bir kurt gibi sarmış sanatı. Ateş bu hiç yakmaz mı? Nereye atarsan orayı yakar. Her zaman yoksulun kazanını kaynatacak değil ya! Biraz da sanatı yaksın işi ne! Bir zaman seyretmiş. Seyretmiş seyretmesine ya, bir dalga var bu işte! Ulan, demiş, bu ne? Ateş, bir türlü giremiyor eşikten içeriye. Korkmuş adam! Yaa korkmuş ne sandın? Ateşin de sanatın da bir bekçisi var. Kapının sağında duruyor hemen. Gel de inanma! İlahi değil, tamamen dünyevi. Ama işte sokmamış içeriye.
Böyle böyle olmuş dostlar. Bakmayın siz adamın cahilliğine. Sanata bakın, koruyucusuna bakın. Hep oraya, oradaki manaya bakın. Ateş bu, her şeyi yakar. İnsanı da yakar, taştan heykelleri de yakar, sanatkârı da yakar. Ama sanatı yakamaz. Çünkü ateş sanatın içindedir. Ancak onun aleviyle aydınlanır karanlıklar. Cehaletin sanattan korkması da bu yüzdendir. Ölümsüzlüğü istiyordunuz, alın size ölümsüzlük. Ateşin ateşi yakmaya gücü yeter mi hiç?
Günay Aktürk
21.02.2017
Ankara
Bir cevap yazın