Ben bu yalnızlığı bana özgü bilirdim
oysa kanı durmayan bilek
ve düşünmeden verilmiş söz
gibi durmuşluğumdan
ay vurunca yüzüme
ay vurunca yüzüme
gecenin tana evrileceği vakit
hafif bir telaşla son yudum
gitmelisin, gitmeliyim
ama herkes zaten bir şey yapmalı
belki hiç bir şey düşünmeden
çekilmeliyim gözlerinden
yeterince üzülmüşlüğü nasıl anlayacaktım
annesini yitirmiş bir çocuğun gözyaşları kadar
sahici ve acıtan ne olabilir diye düşündüm
bir şişe daha olsa içerdik biliyorum
oysa kanı durmayan bilek
ve verilip tutulmamış söz
gibiydim her dile gelişte
her söz edişinde gitmekten
gözbebeklerin büyüyor ve çatallaşıyordu sesin
yavaşca uzanıp son kalan şarabı istedin
ve bölüştün benimle
aklımdaki tüm soru işaretleri tüm hezeyanlar
uçtu ve gitti gülüşünle
ki artık emindim
artık emindim
istediğim toprak ve su gibi saf ve durağandı
bir nehrin kıyısına yanaşan işkampavya
göldeki sarı sazan
ve alaca karanlık kadar göz önündeydi
tuttum ve çektim seni kendime
bıraksan tutar ve çekerdim seni kendime
düş ve gerçeğin ayracıydı ansızın çalan ziller
bildiğim ve söylemediğim başka bir şey vardı
bildiğim çok şeyin sancısından korkuyordum
çünkü bildiğim şeyler arasında ben de vardım
fırlatıp kırdım kadehi tuzbuz oldu -dağıldı gece
ben sana gelecektim, ama yolu bilmiyordum
Aziz Nayır
Bir cevap yazın