Susuzdu dalları, yaprakları kuru,
Yağmur dilenirdi çiçek,
Ölümü hissetmek bu değildi,
Sadaka damlaları dökerken tanrı,
Duymuşmuydu ki sesini,
Tekrar canlanmaya başladığını hissetti çiçek
Evet tanrı olmalıydı bu güç, başkasına ait olamazdı,
Canlandıkça başını göğe kaldırdı,
Ne bir damla yağıyordu, ne bir bulut yoktu gökyüzünde
Şaşırdı,
Bu nasıl olabilirdi?
Kökleri ıslaktı, dalları, yaprakları!
Sonra birden düşündü,
Sahi nasıl kurumuştu bu kadar, ölüme yakın hissetmişti,
Anımsayamadı, hatırlayamadı, hatırlamak istemedi,
Toprağa ekildiği günü düşündü,
Nasılda patlamıştı tohum.
Evet bu tohumu eken anneydi, babaydı, erildi, dişildi,
Ama tohumu patlatma cesaretini kendi göstermişti,
Toprağın ağırlığı üstünden güneşe baş vermiş, onca zaman hiç yılmadan uzamış,
Yemyeşil bir gövde, beyaz yapraklar yeşertmişti üstünde,
Ve hatta o kadar uzamıştı ki köklerinde gezen canlılara gölge olmuştu,
Unutulur muydu bu iyilik,
Bunları düşününce birden hüzünlendi yine!
Güç kendi içindeydi bunu anlamasına anlamıştı evet,
Ama neydi şimdi ihtiyacı olan,
Toprağa sahipti, zemin onun gücüydü,
Şimdi anımsıyordu.
Güneş sandığı sahte ışık hüzmeleri kurutmuştu,
Oysa ışık salan herşeyi güneş sanmıştı hep,
Sonra tekrar yapraklarını yüzüne götürdü,
Tanrıdan dilendiğini sandığı yağmur göklerden gelmemişti,
Onu bir su damlası değil, gözyaşları canlandırmıştı.
İçine işlenen güçsüzlük gücü olup ayağa kaldırmıştı onu.
Yapraklar o kadar canlandı ki gitgide
Ayna oldu karşısında, güzelliğini gördü şu vakit
Sonra şu cümleleri fısıldadı
Ne yol gidecek kadar uzak, ne de kalp sevilecek kadar, önemli olan bu güçsüzlüğü ve gücü anlayabilecek bir gölgeye sahip olmak….
Bir cevap yazın