“Kişi aydınlık figürleri hayal ederek aydınlanmaz ama karanlığı bilinçli yaparak aydınlanabilir.” – Carl Jung
Çoğu insan, “persona”sını korumak ister. O ise maskesinden sıyrılmak ve “gölge”sini açığa çıkartmak istiyordu.
Bazı cümleler karşısında verilen kalıplaşmış cevaplar gibi, birçok davranışı da otomatikti. Kuralcı, ahlaklı, uyumlu olduğu ölçüde insan, mutlaka belli kazançlar sağlıyordu. Ancak o, bu ikiyüzlülükten çok sıkılmıştı. Artık, kendini her şeyiyle serbest bırakmak istiyordu.
Hava soğukla sıcak arasındaydı ve durmaksızın yağmur yağıyordu. Rüzgâr, sokaktaki ağaçların yapraklarını hafifçe sarsıyordu. Apartmandan çıkarken, “Salı günlerinin hüznü şimdiden kendini gösterdi” diye düşündü. Yağmurda adımlarını hızlandıran insanlardan olmuştu hep. Yağmurun romantizmine pek inanmazdı. Tek başına yürürken romantizme gerek de yoktu. İlk kez o gün, yağmura rağmen adımlarını yavaşlattı. Ayaklarını zorla sürüklüyordu, hatta bir an kaldırımın ortasında tamamen durdu. Arkasından aceleyle yürüyen insanlar tarafından azar işitmese belki bir süre daha öylece durmaya devam edecekti. Farkında olmadan, yeniden apartmanın girişinde buldu kendini. Gözleri, kıpkırmızı olmasaydı ağladığı anlaşılmazdı.
Kendini bu duruma hazırlayabilmek için, aylardır kafasında hep aynı sahneyi canlandırmıştı. Sürekli yenilmiş ancak buna rağmen tekrar denemiş ve her defasında yeniden yenilmişti. Artık, bu gerçekliği kendisinin oluşturduğuna inanmaya başladı. Belki de şu an hissettikleri, doğal tepkileri bile değildi! Ama artık zamanı geriye döndüremezdi ve şu an içinde korkunç bir ıstırap hissediyordu.
Aniden apartmanın önünde beliren bir adam, düşüncelerini böldü. Ne kadar süredir orada bulunduğunun bilincinde değildi. Adam apartmandaki zillerden birine bastığı anda, o hızla geri çekildi. Yağmur dinmek üzereydi, ancak düşüncelerinin yoğunluğu gitgide artıyordu. Yavaş adamlarla yürürken bir apartmanın camında kendi yansımasını gördü. Tahmin ettiğinden daha bitkin gözüküyordu. Neyse ki insanlar birbirlerine aldırış etmiyordu! Herkes bir şeylere ya da birilerine bakıyor ancak sanki görmüyordu. İçini büyük bir öfke kapladı. Birkaç yıl boyunca, her hafta geldiği apartman şimdi onun için ne kadar ulaşılmazdı. Belki de eksik bir şeyler vardı. Ya da bu eksikliği oluşturan da kendisiydi. Ceplerini yokladı, ancak sigara içmediğini o an hatırladı.
Giriş katındaki daireden, apartman kapısına yalnızca beş basamak ve birkaç adım yürüme mesafesi vardı. Apartman girişinde büyük bir ayna bulunuyordu. Çıktığı dairenin kapısı kapanır kapanmaz, yumruklarından birini aynaya geçirdi. Aynanın kırılacağını ummuştu, hep böyle olmaz mıydı? Ama kızaran parmaklarının dışında hiçbir şey olmamıştı. Gözlerini kapatıp büyük bir sinirle bir kez daha yeltendi. Bu kez ellerindeki kanın sıcaklığını hissedebiliyordu. Tek istediği gözlerini açtığında karşısında o’nu görmekti. Gözlerini açtı. Hiç kimse yoktu. Hâlbuki ayna kırılırken büyük bir gümbürtü çıkması gerekirdi. Elini o halde görünce içinin tuhaf olduğunu hissetti. Her zaman, ruhsal acının, fiziksel acıdan daha kuvvetli olduğunu düşünürdü. Ancak onu kan tutuyordu. Ellerinden yere damlayan kan damlalarını görüne başı dönmeye başladı ve yere yığıldı.
Apartmanın karşı çaprazındaki bir kaldırıma oturmuş, bir yerlerden edindiği sigaranın dumanını içine çekerken tam olarak böyle düşünüyordu. Normalde sigara kullanmadığı için sigara içme deneyimine öksürük krizleri eşlik ediyordu. Çakan şimşeğin gürültüsüyle, hayallerinden sıyrıldı. Neden bunu gerçekten yapmamıştı sanki? Düşlerini bile kendi isteğine göre şekillendiremediğini hayretle fark etti. Neden karşısında onu göreceği yerde, bayılmıştı? Başı karıncalanıyor gibiydi. O sırada yanına bir adam yaklaşıp Bulut Apartmanı’nın nerede olduğunu sordu. Adamın aradığı apartman, kendisinin çıktığı yani terapistinin ofisinin bulunduğu apartmandı. “İleride,” dedi. Ardından omuz silkti. İçi yeniden öfkeyle doldu. Birkaç sene boyunca haftanın Salı günleri psikoterapi görmüştü ve terapisti ile güçlü bir bağ kurduğuna inanıyordu. Sevdiği insanlara çok düşkündü ve kayıplar konusunda çok hassastı. Bu yüzden, terapide yaklaşık iki yılı devirdiğinde içinde ördüğü duvarlarında devrildiğini hissetmiş ve panik olmuştu. O günden sonra, kendini terapinin bitişine hazırlamaya çalışmış ancak yeterine başarılı olamamıştı. Çünkü bir veda, insanın her ne kadar kafasında yüzlerce kez canlandırsa da önceden provasını yapabileceği bir şey değildi. Bir hüznü zamanlara bölmeye çalışmanın boşa bir çaba olduğunu çok geç olmadan anlamıştı.
Tanımlamanın sınırlandırmak olduğunu düşünse de yine de bu hisse bir isim vermek istiyordu. Bu isteğin sebebi belki de, insanların bilinmeyene yönelik duyduğu korkuydu. Ancak tanımlasa ne değişirdi ki? Her şey bitmişti. Artık iyiydi. Ya da iyi miydi? Kendini aptal gibi hissediyordu. Davranışlarını konusunda bu kadar kontrolcüyken hislerini kontrol edememekten nefret ediyordu. Hissettikleri ile söyledikleri birbiriyle örtüşmüyordu. Aslında çoğu zaman bir şeyler söylemiyor, sadece susuyordu. Sanki içinde tam olarak kendi olmayan başka bir karakter daha barındırıyordu. Olması gerekenin bu olduğuna inandığı karakter, onun hem maskesi hem zırhıydı. Bu yüzden terapi boyunca istemsizce asıl hislerinin üzerini örtmüş, uzun süren sessizliklerin ardında saklanmaya çalışmıştı. Şimdi, seanslarda “Söyleyecek bir şey bulamıyorum,” dediği anlara lanet ediyordu. Her zaman söyleyecek bir şeyleri olmuştu. Hissettiklerini bastırmaya çalışmadan, inkâr etmeden ifade edebilseydi, bir şekilde bu problemin üstesinden gelebilirlerdi. Oysa o, bir hissin bastırıldığında azalmadığını ve yok sayıldığında yok olmadığını bile bile susmayı seçmişti.
Yine de yeniden doğduğunu hissediyordu. Demek ki aynı zamanda ölen tarafları da olmuştu. Belki onun rahminde şekillenmemişti ancak kendisine kattıkları ile şekillendiğini hissetmişti. Hayatının dört yıllık yolculuğunda, mesleği gereğince de olsa, kendisine eşlik eden bu özel insanı unutması pek mümkün görünmüyordu. Tıpkı ışığın bir şeyleri yoktan var etmeyip duyular açısından algılanabilir kılması gibi terapisti de onun içinde var olan pek çok şeyi algılanabilir kılmıştı. Terapi, ona kattığı her şeyi, şimdi sanki ondan geri alıyordu. Ölüm… İçini çok yoğun bir huzursuzluk kaplamıştı. Nefes almakta zorlanıyordu. Zihni, sürekli zamanı geri ve ileri sarıyordu. Tüm vücudu karıncalanmaya başladı. Bu sırada sigarasını söndürmüş, yağmurun gökkuşağı oluşturduğu su birikintisine bakarak kendi kendine mırıldanıyordu. Dışarıdan onu gören herhangi biri, aklını yitirdiğini sanabilirdi. Ya da o öyle düşünüyordu. Her zaman insanların düşüncelerine haddinden fazla önem veren biri olmuştu. Ama o an hiçbir şey umurunda değildi. En azından öyle olduğuna inanmak istiyordu. Tüm zırhlarını indirmiş, kaldırımda çırılçıplak oturuyor gibiydi. Teslim olmuştu ama artık çok geçti.
Su birikintisine yaklaştı. İçinde parlayan bir cam parçası vardı. Şimdi neden ısrarla buraya baktığını daha iyi anlıyordu. Bu cam parçalarının yanında gölgesini görünce irkildi. Zihninde, aynayı kırma hayali, yeniden canlanır gibi oldu. Duygu ve davranışlarını kontrol etmeye çalıştıkça öfkesi artıyordu. Mütemadiyen içindekileri aktarmaya yönelik direnç gösteriyordu. Aynaya olan düşmanlığı, sadece karşısında onu görmek istediği için değildi. Aslında gölgesinden kurtulup kendine kavuşmak istiyordu. Daha sonra cam parçasını eline alıp bir an için aceleyle etrafına bakındı. Yakınlarında kimseyi göremedi. Ölmeye çalışırken bile insanları düşündüğünü fark edip gülümsedi. Uzun zamandır en içten gülümsemesiydi bu. Yıkıcı duygularını kendisine yöneltti ve kırık cam parçasını bileğine bastırdı. Müthiş bir acı ve beraberinde hissettiği kanın sıcaklığıyla birlikte başı dönmeye, gözleri kararmaya başladı ve bayıldı.
Kendine geldiğinde tek duyduğu belli belirsiz bir uğultuydu. Kısa bir süre sonra bu gizemli uğultuya, iyice kulak verdiğinde tanıdık bir ses duyar gibi oldu. Anestezi etkisinden çıkmış gibi kısa bir süre neler olduğuna, nerede bulunduğuna anlam veremedi. Gözlerini yavaşça açıp içinde bulunduğu ortamı algılamaya başladığında terapi odasındaki divanda uzandığını fark etti. Terden sırılsıklam olmuştu. Dehşetle bileklerini yokladı. Hiçbir şey yoktu. Birden içini kocaman bir güven duygusu kapladı. Doğrulduğunda terapistinin bakışlarıyla karşılaştı. Kırk beş dakikalık seans bitmişti. Kafasında pek çok kez canlandırdığı olası senaryolardan birini sonunda terapistine anlatabilmişti. Bu senaryoda, kendinden ayrı bir ruh yaratıp onun intiharına tanıklık etmiş, böylelikle kendini kurtartmıştı. Tıpkı, Goethe’nin, Werther’in intiharıyla kendini kurtardığını itiraf etmesi gibi. Artık anlıyordu. Artık iyileşmişti. Terapisti belki de ilk kez böyle bir yorum yaparak bu seansta çok yol kat ettiklerini söyledi.
Bir cevap yazın