Uykumu bıçakla kesercesine bölen bir telefon sesi, beni gerçek dünyaya döndürdü. Gülnur zar zor konuşuyordu. Daha doğrusu bir şeyler söylemeye çabalıyordu.
“Emir yok artık…” dedi yavaşça.
Sonra sanırım bir an katılıp kaldı, dişlerinin birbirine vurduğunu duydum.
Tam uyanamadığım için “Nereye gitti?” dedim.
“Öldü!”
“…”
“Alo, Ayşe! Orada mısın?”
“Evet evet, buradayım…”
“Çok çaresizim, çok…”
“…”
“Çağrı haber verdi, perişandı. Cenazeyi buraya getirmeye uğraşıyor. Söyle bana, bu acıya nasıl dayanacağım?”
Başucumdaki abajuru yakmayı ancak akıl edebildim. Olayın şokuyla ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Bazen hiçbir şey söylememek daha anlamlıdır zaten…
Gülnur’un sesinde o büyüyen isyanı duydum.
“O yolculuğa çıkmasını hiç istemedim, biliyorsun. Bu kadar yıl sonra babasının mezarını ziyaret etmek için gitti oraya.”
“O yol çekti onu.”
“Gitmemesi için yalvardım. O kazayı hissettim sanki, yüreğim gitmesini hiç istemedi.”
Tamamen uyanmıştım. Söyleyecek söz bulamıyordum ama…
“Dinlemedi… Gideceğim diye tutturdu.”
Yataktan zorlukla kalkıp salona geçtim. Masanın etrafında dolaşmaya başladım. Duyduklarım yolculuğun bir anda noktalanabileceğini gözlerime fener tutarcasına gösteriyordu. Düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştım. Ayşe’ye bir şeyler söylemek istedim.
“Canım benim, ya hemen bana gel ya da ben geliyorum.”
Ona destek olabilmek için kendimi toparlamalıyım. Sakin olmam gerek. Emir her şeyi ne kadar da uçlarda yaşamıştı. “En” sözcüğünü onun kadar çok kullanan birine hiç rastlamadım. Gülnur’la yaşadıkları birliktelik çizgi dışıydı. Aşk, onlarla daha da güzelleşti, tutku zirvedeydi hep. Karısının bu ilişkiyi hissettiğine dair hiçbir belirti yoktu. Oyun mu oynadı, yoksa gerçekten hissetmedi mi, bunu kimse anlayamadı. Çağrı ile bu beraberliğin gizli tanıklarından biri oldum. Emir’in en yakın arkadaşını gördüğüm gün, yüreğime diktiğim “sonsuz sevgi” adındaki çiçek de payıma düşendi… Kimselere söyleyemedim ona hissettiklerimi. Zaten duygularımı paylaşmak hep zor gelir bana. Çocukluğumdan beri, anlatsam ne olur ki en iyisi kendime saklayayım dediğim ne çok çağlayan var yüreğimde. Onca güçlü akış nasıl da taşmadı hâlâ anlayamam. Sebep bendim aslında, yanlış anlaşılma korkuma yenik düştüm hep… Bundan sonra değişebilir miyim? Değişmeyi ne kadar istediğimi de bilmiyorum. Özel diyebileceğim biri yaşamıma karışırsa belki cam kadar şeffaf ve kırılgan duygularım konuşabilir o zaman…
Emir’in ısrarla gitmek istediğini söylemesinin beni ne kadar etkilediğini dakikalar ilerledikçe daha yoğun hissetmekteyim. Belki de ölümü kadar çarpıcı bu benim için. Arkadaşım o yola çıkmasaydı, ölür müydü acaba? Elimde olmadan geçmişe çevirdim yüzümü. Yaşadığımız trajik olaylar eski kareleri geri getirir ya… Benliğimize olta atan o gizemli soru iç dünyamızda cevap bulamasa da ziyaretimize gelebilir böyle anlarda. Düşünmekten alıkoyamayız kendimizi.
Zil sesiyle kapıya koştum. Zihnim karmakarışık. Telefon konuşmasından sonra ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum. Ne yaptığımı da çok net hatırlamıyorum. Gülnur’un üzüntüden küçülmüş bedenine sarıldığımda, onun aynı insan olmadığını fark ettim. Daha dün birlikteydik. Ne kadar da eğlenip gülmüştük. Yirmi dört saat dolmadan bu kadar değişebilir mi bir insan? Ağlamaktan göz kapakları şişmiş, acı özgürce ifade edilememekten sırtında bir kambur olmuş. Geriye kalan hayatına başka biri olarak devam edeceğini hissediyorum.
Salonun ortasındayız. Gülnur derin bir kuyudan su çeker gibi bakıyor gözlerime.
“Gitmeden önce, Çağrı’nın seni için için sevdiğini söyledi. Senden hiçbir zaman cesaret bulamadığı için susmuş. Aslında ikiniz birbirinize çok benziyorsunuz. Eğer senin de gönlün varsa durma, koş ona! Yaşayamadıklarına yanmanı istemiyorum.”
Bir cevap yazın