Korunun iki yanı ağaçlıklı arnavut kaldırımlı yolundan aşağı, sahile yürüyorduk. Hava
kapalıydı; sesin ve tebessümün kadar belli belirsiz..Limanda, parkı arkamıza alarak oturmuş
son çaylarımızı yudumluyorduk. Herşeyin olması an meselesiydi. Anlıyordum ki karşımızdaki
dalgalar eşliğinde, dalga dalga hissettiriyordu kendini ayrılık. Bir adı yoktu günün.. Böyle
sıcacıkken ellerin, neyle teselli bulacağımı düşünmeye başlamıştım. Birlikte ektiğimiz
yaseminleri koklayarak mı?. Her sabah gazete aldığın dükkânı ben mi selamlayacaktım
şimdi? Keşke başka bir yolu olsaydı, keşke..
Bakışlarınla bir şeyler mırıldanıyordun, birazdan onları kelimelere giydirip hayallerime
yamayacaktın. Titriyordu ellerin. Hayatımın en zor nefesini alırken ben, ıslanan yüzünü
yüzüme yaklaştırıp öpecektin son defa. Bizi bize mahkûm edecektin, bir sürgü aralığınca.
Sonra çantanla gitgide uzaklaşacak, gözden kaybolacaktın. O eve tek başıma geri
dönemeyecektim..
Aylar geçmişti. Şimdi yine o sahilde o parkta oturmuş, rüzgârın, senin yolculuğa
çıkarmışçasına gittiğin sürüncemeli günlerle aynı rüzgâr olduğunu fark ediyordum. Sakindim..
Kalıba dökülen alçı gibi biçimini almış hayatımdaki yerini ve hep aynı döngüde yaşattıklarınla
heykelleşmeyi başardığını görmek, işte o parkta dokunmuştu artık bana. O görkemli heykeli,
tabularını yıkan bir kavimin yalazlanan aydınlanması gibi oracıkta parçalamaya başladım.
Hayatımı sana düğümlediğim yerden usulca çözdüm. Havsalamın heybesinde sana dair ne
varsa savurdum, dağıttım. Sonra döktüklerimi telaşla bir bir topladım.. Sana yazamadım;
çünkü yazdıkça soyuluyor yüzüm, yazdıkça kirleniyorsun; kirlendikçe sökülüyor,
kirpiklerimden sırrınla bağlı dudaklarıma inceden bir pınar oluveriyorsun. Pencereye
yaslanıyorum, sokağın rutin seslerini dinliyorum. Omuzlarımdan kayıp gönlümde esen
rüzgâr, o deniz kokulu yolculuğumuzdan arda kalan hasreti ürpertiyor.. Biliyorum sevgilim,
biliyorum; şimdi her şey haddinden fazla zor olacak.
Her akşam o merdivenlerden inişini, her gelişinde koşarak boynuna atlayışlarımı ve şefkatli
bir çeviklikle kavradığın belimden dakikalarca döndürüşlerini özleyeceğim muhtemelen.
Olmadık zamanlarda içimi okur gibi ceketinin iç cebinden çıkartıp bana yedirdiğin yemişlerin
tadını yakıcı bir süratle hatırlayacağım. Ve bana kitap okuyuşlarını, bir sevgili ve bir müşfik
baba arasında muazzam bir ahvalde alnıma düşen saçlarımı toplayışlarını, serin duruşunu,
bir şezlongda uyuyakalışımızı, ahşap bir iskelenin ucunda zifiri karanlıkta ilk defa ağlayışını,
hayallerimizi.. Çok uzağa gidemeyeceğiz, biliyorum. Yeni öykülerde, umulmadık anlarda
kanamak adına yaralarını saklamış iki maymun gibi, orda var olduğunu bildiğimiz sevdayı
görmüyor, bilmiyor, haykırışlarını duymuyor olacağız belki de.
Ve şimdi sanki yüzüme çarparak kayboluyor terliklerin, diş fırçan, havlun.. Sessizce izliyorum
evde artan yokluğunu.
Konuşmak, dertleşmek mi? Kiminle sevgilim..
İnsanlar yırtıcı, insanlar yitirmeye gözü kara ve pişmanlıklardan caydırıcı..
Görme mi diyorsun?
O insanlardan azade bir dünya düşlemek adına gözlerimi kapattım; gözlerimi kapattığım an
geçtim tüm sokaklarından.
Geçtim dört perdelik ömrünün tozuna toprağına karıştım. Bir aşk için çok geç kalınmışlıktan,
koşulsuz bir özgürlüğe kanat çırptım seninle.. Kalbini çatan ruhunu öptüm. Özünü, sözünü
önüme kattım, yol oldum. Bir tufanla ayrı rüzgârlara kapıldık sonra. Gitgide büyüdü sensizlik;
uzak ülkelere giden bir kervan gücünde. Dokunduğum yüzünden düşen parçalarda, yüzümü
kaybettim.. Ve artık ne seni ne kendimi duymaya tahammülüm kaldı..
Şimdi ayaklarımı okşayan bir umut yolundan, sensizlikle bitişik sözcüklere sırtımı dayıyorum.
Yağmur çiselemeye başladı; tüller havalandı
Balkondaki sehpada çay bardağını bırakmışsın yine; kıpırtısız bakakalıyorum..
Bir cevap yazın