Sabah erken kalkıyorsun. Kahve yapmak için mutfağa gidiyorsun. Hangi bardakla içeceğini düşünüp en sevdiğin kupanı seçiyorsun. Ama hangi kaşıkla karıştıracağın önemli değil. Onu düşünmüyorsun ve bir kaşık alıyorsun. Her zamanki gibi tek şekerli kahveni yapıp mutfak masasına oturuyorsun. Sigaranı yakıp bi’ süre pencereden dışarıyı seyrediyorsun. Sonra müzik dinliyorsun ya da haberleri okuyorsun. Kahvenin bitmesine yakın ne giyeceğini düşünmeye başlıyorsun. Sonra kahve kupanı masada bırakıp giyinmeye gidiyorsun. Bardağı alırken seçici olmuştun ama işin bitince onu orada bıraktın. Çünkü umursamadın. Giyeceğin şeylere de önem veriyorsun, özenle seçiyorsun. Ama çoraplarını önemsemiyorsun. Eline geleni giyiyorsun. Çünkü onlar görünmüyor. Saçına, sakalına özen gösteriyorsun, aynada kendine bakıp beğeniyorsun. Gülüşünü seviyorsun. Giydiği gömleğin rengini kendine yakıştırıyorsun. İçine giydiğin t-shirtle uyumunu beğeniyorsun.
Evden çıkıp durağa yürüyorsun. Yürürken karışan kulaklığını çözmeye çalışıyorsun. Kulaklığın olmadan asla evden çıkmazsın, senin için çok önemli. Ama akşam eve geldiğinde çıkarıp atıverdin ve karıştı. Düzgünce koymayı düşünmedin. Karışmasını umursamadın. Çünkü işin bitmişti. Bir yandan da otobüste boş yer bulup oturabilmeyi umuyorsun. Camdan dışarıyı seyrederek seyahat etmeye bayılıyorsun. Otobüs geliyor ve boş yer bulup oturuyorsun. Tam istediğin gibi cam kenarı hem de. Seviniyorsun. Sevdiğin şarkıları dinleyerek yolu seyretmeye koyuluyorsun. O sırada otobüs dolup taşıyor, ayakta bir sürü insan var. Ama farkında değilsin. Önemi yok senin için. Kafanı çevirip arada insanlara bakıyorsun ama görmüyorsun. Seni izleyen kadının da farkında değilsin. Hiç olmadın. Genelde aynı otobüse denk geliyorsunuz, o senden bir durak sonra biniyor. Hiç dikkat etmedin, seni izleyen gözlerini üzerinde hissetmedin hiç. Üstelik aynı durakta iniyorsunuz. Aynı binada çalışıyorsunuz. İşyerinde de seni arıyor gözleri. Ama sen hiç görmedin onu. Çok baktın ama hiç görmedin. Tıpkı bugün kahve makinası sırasında önündeki güzel saçlı kadının yine seni görmediği gibi. Sen de onu hep görüyorsun. Hoşuna gidiyor gülüşü. Kahvesini nasıl içtiğini biliyorsun. Az sütlü, şekersiz bir kahve alıyor. Aşağı yukarı hangi saatlerde kahve aldığını biliyorsun. Bazen centilmenlik yapıp kahvesini bardağa sen koyup uzatıyorsun. Nasıl içtiğini bildiğin için sormadan, sevdiği gibi kahve hazırlayıp bardağı uzatıyorsun ama o, onun nasıl kahve içtiğini nereden bildiğini düşünmüyor. Aklına bile gelmiyor. Sadece teşekkür edip gülümseyip gidiyor. Adını da biliyorsun. Arkadaşıyla konuşurken arkadaşından duymuştun ismini.
Çalışırken işten çıkınca ne yapacağını düşünüyorsun. Bir-iki bira alıp sahilde oturmak istiyorsun. Bunu yapmak için sabırsızlanıyorsun. Zamanı gelince koşar adımlarla işten ayrılıp biralarını alıp sahile atıyorsun kendini. Biranın kapağını açtığında çıkarttığı ses hoşuna gidiyor. Anlık bir hoşnutluk. Bir daha aklına gelmiyor. Denizi seyrediyorsun, denizin gökyüzüyle birleştiği noktaya dalıp gidiyorsun. Martılar gelip konuyor yanına ama fark etmiyorsun. Sonra çantandan kalemini ve defterini çıkarıyorsun. Düşünüyorsun, düşünüyorsun, hissediyorsun ve yazmaya başlıyorsun. Sütlü kahve içen kadını düşünüyorsun. Senin farkında olmayışı geliyor aklına. Kendini düşünüyorsun. Kendini çok iyi tanıdığını sanıyorsun. Ama mesela diz kapağının arkasına hiç dokunmadın ve bunun farkında değilsin. Hiç aklına bile gelmiyor. Sana bu kadar yakın, senin parçan olan bir şeyi düşünmüyorsun ve bunu bilmiyorsun. Tıpkı aynı otobüsü ve işyerini paylaştığın kadının sana yakın olup, senin onu fark etmemen ya da sütlü kahve içen kadının seni bilmemesi gibi. Yazmaya devam etmek istiyorsun ama önce bir sigara içmen gerektiğini düşünüyorsun. Çakmağını hemen buluyorsun. Hep kullandığın için koyduğun yeri asla unutmazsın. Kahveni karıştıracağın kaşığı düşünmediğin kadar çakmağını düşünüyorsun. Hâlbuki ikisi de senin için aynı derecede önemli, farkında değilsin. Kalemini kağıtla buluşturuyorsun. Yazıyorsun. Çok da güzel yazıyorsun. Ama tekrara düştüğünü düşünüyorsun. Çevrende sana fikir verip, yazdıklarına eleştiri yapabilecek birileri olmadığı için çaresiz hissediyorsun. Ama otobüsteki kadının tam da böyle biri olabileceği aklına gelmiyor. Çünkü tanımıyorsun. Farkında bile değilsin. Bir yandan cümlelerini yazarken bir yandan da bira şişesinin kapağıyla oynuyorsun. Ama onun kapak olması umurumda değil o an. Sadece elinde oyalanacak bir şeyler olsun istiyorsun. Bir sonraki cümleni yazıyorsun, beğenmeyip üstünü karalıyorsun. Sonra da geri dönüp o cümleye hiç bakmıyorsun. Tıpkı sütlü kahve içen kadının sana teşekkür ettikten sonra bir daha sana bakmadığı gibi.
Eve yürüyorsun. Elini cebine atınca bozuk paralarını fark ediyorsun. Ama ne kadar olduğunu merak etmiyorsun. Önemli değil o an. Müziğin sana eşlik ediyor yine. Kendini iyi hissediyorsun. Yürümeyi seversin. Eve varınca ilk işin rahatlamak için ayaklarını uzatıp çoraplarını çıkartmak oluyor. Çıkarttığın yerde de bırakıyorsun onları genelde. Bi’ sigara yakıyorsun. Odanın sessizliğinde tütünün yanarken çıkardığı çıtırtıları duyuyorsun. O sesi duyduğunda daha çok farkında oluyorsun sigara içtiğinin. İlerleyen saatlerde bitirmene ramak kalan kitabını alıp evin en sevdiğin köşesine kuruluyorsun. Bu akşam bitirme niyetindesin. Sonunu merak ediyorsun. Kitabını okumaya başlıyorsun. Artık otobüsteki kadını düşünme olasılığın hiç yok. Zaten olmamıştı.
Sabah yine aynı rutindesin. Yine çorabını, kaşığı düşünmedin. Bardağı yine olduğu yerde bırakıp evden çıktın. Durağa yürürken otobüste oturabilmeyi düşünüyorsun yine. Dünkü gibi şanslı olup olamayacağını merak ediyorsun. Kulaklığını arıyorsun. Ceplerine bakıyorsun, sora çantana. Ama yok. Evde unutmuşsun. Bi’ boşluk hissediyorsun çünkü müziksiz yolculuk yapmayı sevmezsin. Saate bakıyorsun ve geri dönüp almak için vaktin yok. Otobüs geliyor o sırada. Cam kenarında yine boş yer var ama çok sevinemiyorsun bu sefer. Çünkü eksiksin. Gidip oturuyorsun yine de. Camdan bakarak yolun keyfine varmaya çalışıyorsun. Yine insanlara bakıyorsun ama görmüyorsun. Kulaklığını unuttuğun için kendine kızmakla meşgulsün çünkü. Yanına oturan kişinin farkında değilsin. Başını cama yaslamış öyleye yola bakıyorsun. Sonra sol kolunu dürtüyor biri. Dönüp bakıyorsun ve gülümseyen güzel bir kadın görüyorsun. “Bugün kulaklığını unuttun sanırım.” diyerek kendi kulaklığının sol tekini veriyor sana. Şaşırıyorsun. Kim olduğunu bilmiyorsun. Merak ediyorsun. Artık farkındasın ve merak ediyorsun otobüsteki kadını. Yol boyu müzik dinleyip sohbet ediyorsunuz. Müzik çok umurunda değil artık. Kadının cevaplarını daha çok merak ediyorsun, kadını merak ediyorsun. Sen, seninle müziğini paylaşan kadını merak ediyorsun, otobüste seni izleyen kadından haberin yok. Aynı yerde çalıştığınızı öğrenince şaşırıyorsun. İş yerine varınca sıcak gülümsemelerle vedalaşıyorsunuz. Hâlâ şaşkınsın. Kadının bu kadar senin farkında olması bir yandan da tatlı bir mutluluk yaratıyor içinde. Sonra fark ediyorsun; senin aslında hiç onun farkında olmadığını ama kadının seni bildiğini ve kendisini sana fark ettirmek için çok güzel bir yol bulduğunu.
İş başına geçip çalışmaya başlıyorsun. Sonra kahve almaya gidiyorsun. Senin hoşuna giden kadın da geliyor o sırada. Kahve makinasının bozulduğunu görüyorsunuz. Kadın üzgün ve söylenir halde gidiyor oradan. Bugün farkındalık günü diye düşünüyorsun. Kendini göstermenin tam da zamanı. Koşarak gidip iş yerinin az ilerisindeki kahveciden iki kahve alıyorsun. Kendine sade, tek şekerli, kadın için de az sütlü. Ödeme yapacağın sırada cüzdanını almadan çıktığını fark ediyorsun. Bi’ anlık düşünceden sonra dün akşam cebindeki bozuk paralar geliyor aklına. Ne kadar olduğunu bilmiyorsun. Dün umursayıp saymamıştın. Yeteceğini umarak cebinden çıkarıp sayıyorsun. Parayı ödeyip büyük bir heyecanla iş yerine koşuyorsun. Kadının adını bildiğin için çalıştığı yeri bulman zor olmuyor. Koridorda ilerlerken heyecandan titrediğini fark edip hemen kendini sakinleştiriyorsun. Son kez üstüne başına bakıp içeri giriyorsun. Kadın seni hemen fark ediyor. Ona kahve getiren adamı, seni artık tanıyor.
Bir cevap yazın