“Sarışınlar çok iyi kurban olurlar.
Kanlı ayak izlerini gösteren bakir kar gibiler.”Alfred Hitchcock
“Ben tür yönetmeniyim. Sindrella’yı film yapsam,
insanlar at arabasında ceset ararlar.” Alfred Hitchcock
Cinayet ve gerilim türlerinin kült yönetmeni Alfred Hitchcock, ‘Gerilim Ustası’ (Master of Suspence) lakabını kazanma yolunda birçok farklı temayı filmlerinde işledi. Ele aldığı hikâyeler ne kadar çeşitli olursa olsun; ‘cinayet’ eylemini asla anlamsızca kan akıtmak kadar basit düşünce düzlemine indirgemedi. En anlamsız görünen cinayetlerde dahi sebep-sonuç ilişkisi kurulabileceğini, Freudyen yaklaşımlarla seyirciye sezdirdi. Filmografisinde bulunan neredeyse her filmde bazen kıyısından köşesinden değindiği, bazen direkt filmin ana sorunu haline getirdiği düşünce; kusursuz bir cinayetin mümkün olup olmadığıydı.
Cinayetin arkasında hiçbir delil bırakmayacak kadar ‘kusursuz’ olabilmesi dileği; Rear Window (1954, Arka Pencere) ve Vertigo (1958, Ölüm Korkusu) filmlerindeki karakterlerin ellerine yüzlerine bulaştırdığı şekilde beceriksizce bir kaçış –kurtuluş- planı olabileceği gibi, Rebecca (1940) misali gizem faktörünü destekleyen ana unsur görevini üstlenebilir.
Strangers on a Train (1951, Trendeki Yabancılar) ve Dial M for Murder (1954, Cinayet Var) yapıtlarında işlendiği üzere kişisel çıkarları koruma amacıyla ortaya çıkmış olabilir. Hatta kusursuz cinayetin anlamsızlığı; North by Northwest (1959, Gizli Teşkilat), Psycho (1960, Sapık) ve The Birds (1963, Kuşlar) hikâyelerinde düşük tonlamalarla alaya dahi alınır.
Gerçek anlamda ise yalnızca tek bir filmde, ‘kusursuz cinayet’ kavramı masaya yatırılır ve üzerine çözümlemeler yapılır. O film Hitchcock’un Rope (1948, Ölüm Kararı) eseridir.
Ölüm Kararı’nın senaryosu, Patrick Hamilton’ın Rope’s End (İpin Ucu) isimli tiyatro oyunundan uyarlanmıştır. Aynı evde yaşayan iki eşcinsel üniversite öğrencisi Phillip ve Brandon’ın, eski sınıf arkadaşlarını iple boğarak öldürmesiyle hikâye başlar. Eski sınıf arkadaşlarının cesedini, salonun ortasındaki antika bir sandığın içine gizlerler. Hemen ardından daha önceden planlamış oldukları ziyafet için hazırlıklara başlarlar. Ziyafetin davetlileri; kurbanın babası, halası ve nişanlısıdır. Kurbanla kan bağı olmadığı halde çağrılanlar ise nişanlısının eski aşığı ve ziyafetin onur konuğu; eski hocaları Rupert Cadell’dir. Cinayeti ‘sanat’ olarak gören gençler için, son rötuşların ardından büyük sanat eserinin gösterimi için sahne hazırdır.
Rupert Cadell, üniversitede hocalık yaptığı dönemde Phillip ve Brandon’ın cinayet işleme tasarılarını zihinlerinde yeşillendiren kişidir. Kokteyl esnasında tartışılan Dostoyevski ve Nietzsche merkezli Üst-insan (Übermensch) konusunda da, fikrini üstün insanın var olması gerektiği yönünde dile getirmiştir. Eski-yeni çatışması, film boyunca etkisini sürdürür. Muhafazakâr ve geleneksel toplumu temsil eden kurbanın babasıyla, toplum tarafından kabul edilmeyen eşcinsel kimliğin sahibi Brandon arasında bahsi geçen konuda şu tartışma yaşanır:
“— Doğru-yanlış sıradan insanlar için icat edilmiş kavramlardır; çünkü bunlara ihtiyaçları vardır.
— Sen galiba Nietzsche’nin “Üstün İnsan Teorisi”ni okumuşsun.
— Evet, okumuştum.
— Hitler de okumuştu.”
Gerilimin sadece korkuyla yahut kan akıtmayla değil, cinsellikle de verilebileceğini keşfetmiş Hitchcock, Brandon ve Phillip arasında saklı tutulan çekimi her daim hissettirir. Eşcinselliğin artık tabu olmaktan çıktığı-nı umduğumuz- günümüzde dahi, yasaklanmış erotizm en büyük gerilim unsurunu yaratır. Brandon karakterinin güç ve üstünlük takıntılarının çıkış noktası da, toplum tarafından kabul görmeyen cinsel kimliğin bastırılmasının dışavurumudur. Sandıkta saklanan –aslında pervasızca ortaya atılan- cinsel kimlikten başka bir şey değildir. Cesedi –cinsel kimliği- ortada bırakmaktan kaçınan Phillip’le, cesedi herkesin gözünün önüne –ancak duvarların arkasına- koyma cesaretini gösteren Brandon arasındaki fark; aynı cinsel yönelim içerisindeki tezatlığı yansıtır.
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanının ana karakteri Raskolnikov’un girişmiş olduğu; suçu temize çekme –meşrulaştırma- uğruna girişilen beyhude çaba, Brandon’ın davranışlarında da açıkça gözlemlenir. Bu dünyada şampanya gibi kan dökülüyor, bunu yapanlara ise kahraman gözüyle bakılıyor, der Raskolnikov, insanların tepesine bomba atmak benim yaptığımdan daha saygın bir şey değil!
Suçun beraberinde getirdiği psikoloji, ancak seyircinin doğru sorulara cevap aramasıyla aydınlanabilir: Hastalık mı suçu doğurur, yoksa suç mu hastalık benzeri tepkiler geliştirir? [1]Yeni fikirler üretme, kural koyma ve kan dökme hakkına sahip üstinsan gerçekten varsa dahi, kimin üstün olduğuna karar verecek mekanizma nedir? Gerçekten de kendi türünü boğazlayarak mı daha ‘üst’ noktaya adım atılır, yoksa kafası biraz çalışan katillerin kendilerini –ve benliklerini- gizledikleri kamuflajın adı “üstinsan” mıdır?
Güneşli bir New York ikindisinde başlayan hikâye, temposunu arttıran orkestra misali hava karardıkça finaline adım adım yaklaşır. Brandon adeta yakalanmak istermişçesine daha cüretkâr davranışlar sergilemeye, konukların ilgisini kokteyle gelme sözü verdiği halde aralarında bulunmayan sınıf arkadaşına çekmeye çalışır. Gece ilerledikçe içkinin etkisiyle daha da pasifleşen ve panikleyen Phillip’in abartılı davranışları, öğretmenleri Rupert’ın gözünden kaçmaz. Brandon’ın bilinçli olarak –aynı zamanda keyifle- bıraktığı ipuçlarını da toplayarak, eninde sonunda cinayet gerçeğine ulaşır.
Cesetle yüzleşen Rupert, entelektüel bir sohbet arasında bahsi geçmiş düşüncenin yol açtığı sonuçla dehşete düşer. Elindeki silahı pencereden havaya doğru kederle ateşler. Polis sirenleri eşliğinde film boyunca ilk defa ateşlenen silah, cinayetin asıl suçlusunun öğretmen olduğuna dikkat çeker: Çeşitli düşünceler, sadece teori de kalmalıdır. Suçlu çoğu zaman eylemi gerçekleştiren değil, kişilerin zihninde suçu makulleştirendir. Kimi zaman koskoca toplum, kimi zaman sadece bir öğretmen olur riyakâr davranışlara şekil veren. Yön ve karakter arayışındaki öğrencilere, düşüncelerini kaygısızca savunan bir öğretmen; Brandon ve Phillip’in yaptıklarını inşa eden kişidir.
“Yaşayan pek çok kişi ölümü hak eder. Ölülerden bazıları da yaşamı.
Yaşamı onlara verebilir misin? Ölüm hakkında karar vermekte aceleci olma…”
J.R.R. Tolkien
[1] Suç ve Ceza, Fyodor Dostoyevski, İş Bankası Yayınları, Syf. 216.
Bir cevap yazın