Ben de istemezdim böyle olmasını… Ailenin sonuncusu olmayı. Kötü bir süpriz gibi oldum tabi…
Ben de istemezdim ailemden farklı düşünmeyi. Ama Zaman değişince, biz de değişiyoruz zamanla… Bak! Gelen giden çok ve birbirlerinden farklı. Herkes aynı olsa, sıkıcı olmaz mıydı bu hayat?
Ben de istemezdim yarı kör, yarı sağır olmayı… Ama küçükken o kadar serbest, o kadar rahattım ki, neyin zarar vereceğini bilemezdim.
Ben de istemezdim duygusuz olmayı… Ama o kadar çok yıprandım ki sevdiklerim tarafından , döküldüm her tarafa. Ne sevmeyi biliyorum, ne de özlemeyi! Duygularım , tek tek koparıldı yüreğimden…. Annemin ölmesine bile fazla ağlayamadım. Duygusuz olmamda, O’nun da katkısı var çünkü. İnandığım ne varsa, hepsi hiç oldu.
Ben de isterdim korkusuz cengaver misali kendimi savunmayı… Bana kötü davranan, bedenime musallat olan herkesi benzetirdim. Ama yaptığım her davranışta, beni sindirecek kadar bağırmaları, bacak kadar boyumla, boyumdan büyük işlere kalkıştığımda, beni küçük düşürmeleri; beni olanlar karşısında savunmasız ve tepkisiz yaptı.
Yalan yok, kimseyi sevmiyorum ve kimseye tahammül edemiyorum.
Ben de istemezdim ailemden kilometrelerce uzakta olmayı ama kocaya hizmet etmekten, bilmem kaç tane çocuk yapmaktan, kaynana, kayınpeder, görümce.. vs akraba müsveddelerine zorunlu olarak katlanmaktan, ölü olarak yaşamakla eşdeğer bir hayat yaşamaktan ne kadar zevk alabilirdim ki?
Evet, hayata ‘anne’ ve ‘baba’ sıfatları taşıyan iki insan sayesinde geldim. Ama Tanrı, İlah ya da her neyse bizi yaratan yüce Varlık, neden bizi duygu ve düşüncelerle donattı!
Ve neden bunu sadece ben yapmışım gibi suçluyum?
Bir cevap yazın