Bir sabah gökten üç elma düştü insanın ayaklarına. Biri yüreğine yerleşdi insanın, biri
zihnine bir diğeride kibirine.
Bir yerlerdeyim hala. Herkes gibi. Sürekli bir şeyler değişiyor etrafımda. Zaman sürekli acelesi
var gibi akıp gidiyor burukca. Şöminenin alevi yüzümün bir parçasını yakarken insanları izliyorum.
Penceremin önüne bir sandalye yaslıyorum. Bir fincan kahve var sol elimde… . Hava henüz
kararmamış, şehrin ışıltısı ve kalabalığı hiç azalmamış. Öyle bir akıp gidiyor ki şehir
gözlerimden… Sanki annem hiç ölmemiş, sanki babam bana hiç küsmemiş… Çehrem ıslanıyor ve
dudaklarım bir sigarayla daha öpüşüyor. Düşünüyorum. Bundan sonra kaç tane daha yakacağımı
düşünüyorum. Anılarım, zihnimin kesiklerine aldanmadan yürüyor gözlerime. O korkunç sabahı
anımsıyorum. Pazar kahvaltısından sonra neşeyle gidilen yolculuğu ve bir daha kimsenin
dönemeyişini hatırlıyorum. Kontrolünü kaybeden arabadan fırlayan annemin toprağı nasıl kanıyla
ıslattığını hatırlıyorum. Sonrasında bir daha nasıl duyamadığımı ve nasıl yaşayamadığımı
anımsıyorum. Ellerim korkarcasına dokunuyor piyanonun tuşlarına. Çıkardığım melodiyi
kestiremiyor artık zihnim. Yavaşca unutuyorum tüm sesleri. Ve sessizliğim sinsice öldürüyor beni.
Yalnızlığım beni bu şehrin sokaklarında hiçleştiriyor ve ben artık bastığım her adımda
kayboluyorum.
Babam beni gözlerinde acıyla terkettiğinde on sekiz yaşındaydım. Bir bahar akşamıydı. Yüreğim
öfkenin selinden dolup taşıyor ancak konuşamıyordum. Duyma yetilerimi kaybettiğimden beri
konuşamıyordum. Yaşanılan ne varsa bir kabus olmasını diledim. Ancak uyandığımda ”Oh be
rüyaymış!” diyemedim. Hayatımı karanlık bir cennet sanardım.Karanlık cennetimde tahtlar doğar
ve güneş ölümü süpürür sanardım…. Oysa elimde kalan tek şey mürekkebi dünden daha az bir
kalem oldu. Satırlar çoğaldıkça ve sayfalarım bir bir yırtıldıkça hızını alamadı kalemim. Ne kadar
susuyorsam o kadar hüznü işledim. Kadın yüreğim bir adamın tenine hapis olduğunda, yediğim
meyvelerde dahi süre gelen kederin, bir nebzede olsa azaldığını hissettim. Sanki umut tekrar
avuçlarıma dokunmuş gibiydi. Ben aşıktım , o hastaydı. Normal olan ne varsa , o kadar hastaydı.
Bana asla duyamadığım şarkılar söyledi, bir gece sahilde ve kumsalın gölgesinde. Semanın
seyrine yaslıyoruz hayallerimizi. Ellerimizde tek yudumu kalmış bir kaç şişe ve izliyoruz ufku öyle
sevinçle. Adam hep yatağın sağında yatıyor, sırtı hep kapıya dönüp oluyor. Gözleri, gözlerimi
seyre dalarken huzurla uyandığım sabahlar oluyor. Eksik kalan bir resmin parçaları gibi tenimiz,
yaklaştıkça o kadar anlamlı o kadar güzelleşiyor gibiyiz. Ancak unutuyorum. Kim olduğumu
unutuyorum. Hayatın nasıl bir ritmi olursa olsun, uyumsuz bedenimin verdiği savaşı unutuyorum.
Bir akşam sessizliğimin ağır geldiği adam, gri arabanın aynasından son kez gülümsüyor bana.
Göz yaşlarım silerken asfaltı, dizlerimin yere kapaklanışını hissediyorum. Giden her kimse içinde
bulunduğum kuyuya bir taş daha atıyor ve artık önümü dahi göremiyorum.
İnsanın başka bir insana verdiği zarar, Tanrının gölgesinden dahi büyük geliyor. Oysa herkes
kurulu düzenimin tahtalarını kin ve öfkeyle yontuyor. İçimde bir çocuk var. Öyle sevecen, öyle
mahçup… Sanki sen bana gülümsüyorsun yine terasın köşesinden anne. Sanki hiç yaralanmamış
gibi sanki hep sağlıklı, sanki beyaz tenin ölümü hiç kucaklamamış gibi. Oysa insanlar kötü anne.
Onlar sen ve ben gibi değil. Bak yüreklerinde sonsuz bir savaşla yaşıyorlar. Sürekli sevgiyi
öldürüyorlar. Onlar sen ve ben gibi değil anne. Karanlığa dalmadan, ışığı sevemiyorlar. Kibirleri ve
öfkeleri hiç dinmiyor. Konuşmadan sevmeyi , dokunmadan hissetmeyi bilmiyorlar anne. Ölümü
görmeden Tanrıyı, Tanrıyı sevmeden hayatı anlamıyorlar. Yüksek binalar dikiyorlar, tabiatın
çığlıkları susmadan bir yenisini daha yapıyorlar. Gökkuşağını sevmeden yürüyorlar dar sokaklara.
Yere düşeni tekmeliyor, ancak düştüklerinde sevgi bekliyorlar. Onlar sen ve ben gibi değil anne.
Bu yüzden onlara hiç görmeden sevdiğin denizi anlat. Çünkü ben duyamadığım gürültüyü
yazıyorum satırlarıma.
Ve anne şunu söyleyebilirim ki kalbimdeki makamından ayrılmadan önce, güneş senin
yokluğunda doğmayacak gibiydi. İçimde bir his… Öyle yalın öyle saf bir his vardı ki, sanki Dünya
tüm mevsimleri sermişti senin ayaklarına. Bu yüzdendir varlığın bana baharı yaşatıyordu. Ancak
yokluğun öyle bir yıkımı yarattı ki zihnimde parçalanışım ve yavaşca dağılışım kaçınılmaz oldu.
Ardında bıraktığın gürültü sağır etti bedenimi, bir daha hayatın sesini dinleyemez oldum anne.
Mektubum bitiyor burada. Umarım soğuk değildir cennetin. Elveda.
Bir sabah gökten üç elma düştü insanın ayaklarına. Biri yüreğine yerleşdi insanın, biri zihnine bir
diğeride kibirine.
Bir cevap yazın