* Suç işleyip özgürlüğümü tehlikeye atmak bir tür romantik taşkınlık gibiydi benim için…
Günlerden Salı. Tüm romantikliğim üzerimde. Arka bahçeden çıkıp, köşedeki marketten sağa sapıyorum. Sağa sapmak iyi değildir, siz yapmayın. 5 dakika kadar köşede dikilip adamın evden çıkmasını bekliyorum. Hiçbir erkek üç dakikadan fazla beklemeye değmez, siz yapmayın. Adam elinde siyah çanta ve otomobilinin anahtarıyla apartman kapısından çıkıp dört basamaklı merdivenlerden aşağıya iniyor. Birler, onlar, yüzler, binler. Yılan gibi süzülüyor kaldırıma. Sürüngenlerle oyun oynamak iyi değildir, siz yapmayın.
Otomobiline biniyor. Çantayı ön koltuğa çiçek diker gibi yerleştirip arabayı çalıştırıyor. 1 metre, 2 metre ve nakavt. Bir hışımla otomobilinden inip; gece, meyve bıçağıyla delik deşik ettiğim lastiklere ve anahtarımla sür-realist çalıştığım kaportaya bakıp küfretmeye başlıyor. Küfürler ne kadar sağlamsa yapılan iş o derece iyidir. Romantik arkadaşlar iyi bilir. Cep telefonunu çıkarıp birilerini aramaya başlıyor. O arada, yaptığı kariyer en fazla ev kızlığından ev hanımlığına terfi etmek olan karısı geliyor. Bi de sarışın, bi de çirkin…
Karı koca küfür argümanıma yeni terimler ekliyorlar, sağ olsunlar.
O arada Manav Amca’nın 396 yaşındaki annesi tehditkâr bir sesle bana sesleniyor: ‘Ben senin niye orada dikildiğini iyi biliyorum!’ Gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmaya başlarken, kulaklarımdan yangın çıkıyor. Bunak kadın. Buruşuk siyah poşete benzeyen yüzünü daha da buruşturmak geliyor o an içimden.
Etraf eşraf yavaş yavaş otomobilin yakınına icabet ederken, bende sakin adımlarla yanlarına gidiyorum. Mahalle jargonu bunu gerektirir.
‘Geçmiş olsun’
‘Sağ ol’
Sağ olacağım tabii ki göt. Senin gibi *rospu çocukları cirit atarken yer kürede ve sistemli bir adaletsizlik hüküm sürerken güneş sisteminde, sağ olacağım ki kısasa kısas denklemi yerine gelsin. En sevdiğim kural: Teksas kuralları: Kendi adaletini kendin sağla.
‘Şu kız yaptı şu kız’ diye höykürüyor büzüşmüş beyin. Mahalleli dönüp 3. Katta begonyaların yanında kaktüs çiçeği gibi duran; her gördüğümde bana ütü yapma hissi uyandıran bunak kadına bakıyor.
‘Bu kadın da iyice bunadı’ diyor komşunun biri sessizce diğerine. Onaylar gibi gözünü belli belirsiz kapatıp açıyor diğer komşu. ‘Yırttık’ diyor iç ses.
Kıraathaneden adamın biri çıkıp iki kolunu sallaya sallaya geliyor: Polisi aradınız mı? ‘Sıçtık’ diyor iç ses.
‘Aradık’ diyor at yeleli sarışın.
Yavaştan sıvışmaya çalışırken, zeytin gözlü, elma yanaklı Manav Amca:
‘Bende kamera kayıtları var, Polis gelince hepsine bakalım’ diyor. O an iç sesim, dış sesim, bütün halet-i ruhiyem bir ‘Haasssssiiktiiiiiiiir!’ çekiyor.
Olduğum yere zamkla yapıştırılmış gibi kalıyorum. Kalabalık artıyor. Derken Polis: Eyvahlar olsun!
‘Şu kız yaptı şu kız’ diye tekrar höykürüyor mikro beyinli fosil. Polis bana doğru bakıyor. Islak köpek yavrusu gibi boynumu büküp gülümsüyorum. Bu suratın suç işlediğine kim inanır? O da gülümsüyor.
Sözde mağdur ve mağdure durumu anlatırken mağdure ajitasyon yapmaya başlıyor.
‘Ya bizi bıçaklasalardı Memur Bey?’
Şıllık.
‘Ya çocuklar arabada olsalardı?’
Sürtük.
‘Ya kocama bir şey yapsalardı?’
Kaltak.
Kurulabilecek bütün olasılık cümlelerini kuruyor batan güneş sarışını. Polis, bu tarz olaylarla 1295 kez karşılaşmış olmalı ki hiç birini yemiyor. Manav Amca’nın koluna asılıp, ‘hadi yarım kilo elma tart bana’ diyorum.
‘Elmanın sırası mı kızım? Millet burada canıyla boğuşuyor’
‘Çekime gideceğim ya, karnım aç hadi’
‘Elma ağacı çıkacak içinden’ diye diye giriyor dükkâna. Arkasından ben.
Küçücük dükkânın içinde ata yadigârı emanetlere bakarak:
‘Amcam, işine karışmak gibi olmasın ama sen emin misin polise kayıtları vermeye?’
‘Niye ki?’ diye soruyor.
‘Bunu yapanlar sana da bulaşmasın sonra?’
‘Bugün onlara yarın bana kızım, vatandaşlık görevi bu.’
‘Amcam, bu adam sabi sübyanın hakkını yiyen adam. Çalıştırdığı kaç tane adama hakkını vermeden işten çıkarmadı mı? Sigortasız, aç susuz milleti mesaiyle çalıştırıp sonra iflas ettim deyip sıra sıra apartman dikmedi mi? Kaç kişinin evine haciz gitti bu pezevenk yüzünden, kaç tane yuva dağıldı. Müstahak böyle şerefsize. Biri gelip kuyruk acısını çıkarmıştır, yardım edip elin garibanının başını belaya sokma derim ben.
Sessizce elmaları koyuyor poşete.
‘Doğru dedin’
‘Yardım edilecek adam değil bu it!’
‘Haklısın kızım’
‘Haklıyım tabi. Arka mahalledeki Cemil Abi tornaya parmağını kaptırdığında çıkarıp tazminat ödedi mi, ödemedi. Adam kaç zaman peşinde kıvrandı kira ödeyeceğim, çoluk çocuk okutuyorum diye, gözünün yaşına bakmadan Bodrum’a tatile gitti bu piç. Boş ver yardım etme!’
‘Doğru söylüyorsun kızım’
Elma poşetini alıp, içinden bir tanesini ceketime silerken, kapıya çıkıyoruz. Polislerden biri bize doğru sesleniyor:
‘Sizde mi kamera kayıtları vardı?’
‘Yok bende kamera kayıdı mayıdı’ diye bağırıyor Manav Amcam. Aslan Manav Amcam. Kaplan Manav Amcam. Mahalleli tekmili birden dönüp bakarken, ileri düzey karaktersizliği yüzünden iki yakası bir araya bir daha gelmeyecek adam manav dükkânına doğru yürümeye başlıyor.
‘Orhan Abi sen demedin mi benim kamera kayıtta, Polis gelince açar bakarız diye’
‘Çırak fişini çekmiş, yok kayıt falan diyor’ sert sesle. Bana dönüp: ‘bacım demedi mi kayıt var diye?’
‘Kamera kayıtta değilmiş abisi, n’aapsın adam?’
Tövbe ‘stafurullah çekerek gidiyor arabasının yanına. Allah’la çok bağlantısı varmış gibi ‘Allah aşkına söylemedi mi kayıt var diye?’ soruyor ahaliye. Ahali Orhan Abi’yi yedirir mi? ‘Yokmuş demek ki’ deyip yavaş yavaş kopmaya başlıyorlar olay mahallinden.
Polis bize doğru yürürken bende ufak ufak balerin gibi süzülmeye başlıyorum. Manav Amca’nın inadını bildiğim için, içim huzur ve sukut içinde işime gücüme yol alırken at yeleli sarışın sesleniyor arkamdan:
‘Komşum bi baksana, sen fotoğrafçıydın değil mi?’
‘Evet’ diye onaylıyorum başımla.
‘Şu arabanın fotoğraflarını çeksene, elimizde kayıt olsun.’
‘Olur’ diyorum arabaya doğru yürürken. Nasıl mutluyum, nasıl sevgi kelebeğiyim anlatamam. Çantamdan en sevdiğim oyuncağımı çıkarıp, ‘uzaklaşın’ diyorum ahaliye. Hepsi birden geri adım marş yaparken, içimdeki adalet terazisinin şirazesi yerine geliyor.
İntikam almanın verdiği huzurun üstüne krema niyetine, fotoğraf çekmenin de zevki eklenince; basıyorum deklanşöre. Sağ ön tekerlek. Sol ön tekerlek. Arka sağ ve sol tekerlek. Ön kaportadaki pastoral çalışmam. Yanlardaki natürmortlarım ve arka taraftaki patates baskısını andıran figürler. 34 PİÇ 8** yazdığım kısmı ayrı perspektiflerden çekiyorum ki, photoshoplanınca güzel dursun.
O arada ihtiyar kadın elindeki siyah şeyi sallayarak pencereden bağırıyor: ‘Çek bakalım çek, arabayı kevgire çevirirken ben de senin fotoğrafını çektim, göstereceğim bütün ahaliye.’
O an donup kalıyorum. O an ölmek istiyorum. Sinirden gözlerim doluyor. Sakinmiş gibi görünmeye çalışıp, zoraki gülümserken bir cesetin yüz halini alıyor yüzüm. Adam ve kadın bana doğru yaklaşırken: ‘Buraya kadarmış’ diyorum. Ahali o arada ufaktan tekrar ayaklanıp toplanmaya başlıyor. Polis, kıraathanede konuştuğu esnafla birlikte aniden yanımıza doğru fırlıyor. O sırada Manav Amca çıkıyor sokağa. 3. Kattaki kadına doğru bakıp:
‘Anne gir içeriye! O elindeki uzaktan kumandayı da bırak!’
Birden kahkaha patlatıyorum karnımı tutarak. Sinir sistemimle oyun hamuru gibi oynayan bu kadına doğru güldükçe gülüyorum. Aralıksız gülüyorum, nefes almadan gülüyorum. Derken ahali de bana katılıyor. Torun tombalak bunak kraliçeye bakıp bakıp gülüyoruz. Sinirlenip elindeki kumandayı kalabalığa doğru fırlatıyor. Yere düşen kumandanın pilleri sokağın diğer kısmına fırlıyor. Gidip kumandayı yerden alıyorum. Fotoğraf makinası gibi ona doğru tutup:
‘Çekiyorum, gülümse’ diyorum, gülümsüyor poz vererek.
Kumandayı, arabasında içimdeki ressamlığı ortaya çıkardığım adama uzatıyorum:
‘Al sen çek.’
Sevim Demiröz
Bir cevap yazın