-Pardon, bakar mısınız? Benimle ip atlar mısınız ya da sek sek oynasak birazcık, olur mu?
– Ne diyorsun Allah aşkına, deli misin nesin?
-Pardon, gitmeyin lütfen, bari biraz evcilik oynasaydık…
– Çattık yahu, git kızım başımdan, şu alt sokakta çocuklar top oynuyorlar çok istiyorsan git onlarla oyna.
– Onlar istemiyorlar beni, geçen gün istemeden biraz sert vurmuştum da topa fırıncının camını kırmıştım. Fırıncı da benden bilmedi büyüğüm diye, gitti çocuklardan birinin kulağına asıldı. Avazı çıktığı kadar bağırdı da anca kurtardı kendini zavallı çocuk. O günden beri istemiyorlar beni, küsüştük anlayacağınız arkadaşlarımla.
-Kızım en büyüğü altı yaşındadır o veletlerin, tutmuş arkadaşlarım diyorsun. Dilinde bir oyun da oyun… Ne senin derdin, anlat bakalım.
-Hacer ablaa, Hacer abla ne arıyormuş bu deli kız yine buralarda, söyle şuna gitsin! Hahhahah, ay hiç güleceğim yoktu bak, elinde kocaman sepet, içine doldurmuş bir sürü oyuncak bebek. Doğuracak yaşta aslında garibim, yarım akıllı işte…
– Sus kız, senden ala deli mi var bu mahallede, kapat camını, çek perdeni, sok o burnunu kokuşmuş evine!
-A-aa, tü tü yazıklar olsun sana Hacer Abla, şu deli kız için bana ettiğine bak.
– Kız sen kesmedin mi sesini hala?
Camdaki kadın pis pis baktı bana. Sonra içeri girdi. Az önce bana kızan Hacer Abla başkası kızınca nasıl da koruyuvermişti beni. Acıyarak bakıyordu şimdi. İçindeki kemirgen merak yüzünden göndermemişti beni. Öğrenecekti. O da saatlerce susup dinleyecek, yaa , vah vah , bunlar gerçek mi uyduruyon mu sen diyecek, sonra usulca gönderecekti beni. Ben yine her gün geçecektim bu sokaktan, o beni görecek, bakışlarını uzağa, en uzağa çevirecekti. Onun da deli kızı olacaktım, mahallede, kapının önünde çekirdek çitleyip çay içerken komşularına anlattığı. Diğer herkesin önce acıdığı sonra tanımadığı gibi, diğer herkesin kapının önüne koyduğu gibi. Kapının önünde kokuşan çöpler gibi… Ah ki bana, deli bana…
Hacer Teyze evine aldı beni. Sıcacıktı ev, salon kapısını sıkıca kapattı soğuk girmesin diye. Sobanın üstü kestane, sobanın üstü sıcak çay…
Açsındır da sen şimdi deyip bir tabak tarhana çorbası koydu önüme, yarım da ekmek…Çorbaya yumulsam ayıp mı olurdu acaba?
Garul gurul eden midemin gördüğü en güzel yemekti bu.
Tabağı kaldırdı, koydu bir köşeye. Bastıramadığı merakı dürtüyordu onu. Çayları doldurdu, tek bacağını diğerinin altına kıvırarak geldi oturdu yanıma. E hadi anlat bakalım, bir saate beyim gelecek bak valla tefe koyar beni. Çabuk çabuk anlat emi kızım, hiç çekinmeden…
Çayımı yudumladım. Çok sıcaktı. Dilimde küçük küçük kabartılar çıktı. Hacer Teyze sinirlenir gibi baktı: Anlatacağın yok senin bir şey, e hadi oyalama bari beni kızım dedi kapıyı göstererek.
Gözüm çorbadaydı. Bir tabak daha verir miydi acaba? Vermedi.
-Benim bir babam vardı Hacer Teyze, hiçbir zaman babam olmayan. Benim bir babam vardı, yoktu.
Sinirli mi sinirli bir adam. Hiç gülmezdi. Bir de kıskançtı ki sorma, deliye dönerdi annemi biriyle konuşurken görse. Kumar oynar, içki içerdi. Kumar parası diye kapıya dayanan sarhoşun tekiyle annemi görmüştü de öldüresiye dövmüştü.
Sonra kapıyı hep kilitledi arkamızdan öyle gitti, babam, baba olamayan adam. Ve sonra pencerelerimize demir parmaklıklar geldi. O gelmedi günlerce, kaç gün gelmedi bilmiyorum, üçe kadar sayabiliyordum. Anneme sordum. Cevap vermedi. Yüzüne baktım morlukları sarıya dönmüştü. O gün geldi babam. Bir şey olmamış gibi yemeğini yedi, rakısını içti. Sigarasını tüttürdü. Koca göbeğini kaşıya kaşıya. Onu izledim uzun uzun. Yüzünde çizgiler vardı ve mor halkaları gözlerinin. Bıyıklarının sarıya çalan rengi, aynı yaraları gibi annemin…Bıyıkları hiç değmedi yanağıma, “ben hiç baba gıdıklanıyorum öpme” diyemedim. Babam beni hiç öpmedi Hacer Teyze.
Günden güne artıyordu kıskançlığı. Evden çıkmayan annemi başka adamlar yüzünden dövüyordu. Küçülüyordu annem… Ev buz gibiydi, soba buz gibiydi Hacer Teyze, üstünde ne çay ne kestane. Yasak perdelerin kenarından köşesinden izledim hep dışarıyı Hacer Teyze. Top oynayan oğlanları, oyuncak bebeklerinin saçlarını tarayan, rengarenk tebeşirlerle kareler çizip sek sek oynayan pembe etekli kızları, onların oğlanlarla şakacıktan karı koca olup oynadıkları evcilik oyunlarını…ip atlarken yere düşüp kanayan dizlerini. Benim dizlerimin hiç yarası olmadı Hacer Teyze.
Çocuklar bizim eve perili ev diyorlarmış, ben de hayalet kız. Camdan nanik yapıp kaçarlardı. Ağlardım, babam evdeyse sessizce bir köşede, değilse ulu orta dövüne dövüne.
Annem eski eteğinden bir bebek dikti Hacer Teyze. Nasıl sevindim. Siyah uzun saçları vardı, örgülü. Uzun bir elbisesi, annem kokulu. Gece kâbus görür de uyanırsam ona sarılırdım annem diye, hemencecik uyurdum.
-E kızım varmış işte bebeğin, yetmedi mi oynamak?
– Yetmedi.
Sobamız ilk kez yandı bir gece. Bebeğimi yakmak için. Çok ağladım.
Bir daha bebek istemedim annemden, o da yapmadı. O günden sonra korktum. Sıcaktan. Yanan sobalardan. Çünkü sobalar bebekleri yakar.
Senin sobanın üstünde kestaneler, sıcacık çay…
Sonra gitti babam. Annemin yaraları sarı oldu, gelmedi, sarı renk gitti, gelmedi. Haberi geldi. Babamı öldürüp bir köprünün altına atmışlar. Soğuk taşlara. Gözleri açıktı, burnunda kan izi. Yıkayıp gömdüler. Annem ağladı, çok ağladı. Kurtuldum diye ağladı. Perdeleri açtı. Pencerelere saksılar koydu. Bana bebek aldı. Saçları at kuyruğu, altından daha sarı. Kısacık parlak eteği, masmavi gözleri… Bebeğimi alıp sokağa çıktım. Bana hayalet kız diyen çocuklar yoktu ortalarda. Kaldırıma oturup bekledim. Hepsi artık büyük bir okula gidiyorlarmış. Geçtiler önümden. Bana dil bile çıkarmadılar. Artık çocuk değildik ama benim ilk kez bebeğim olmuştu, sokağa çıkan. Bebeğimle düşündük taşındık. Karar verdik, gezecektik sokak sokak. Bilmediğimiz mahallelere girecektik, oyun arkadaşı bulana dek.
Hem artık bir tane değil, koca bir sepet dolusu bebeğim var. Annem onları temizliğe gittiği evlerden getiriyor. Şu kafası kopanın adı Hayalet Zehra, şu üstüne çikolata bulaşmış olan Pasaklı Zeynep, bir de şu eteğini kısacık olan Zilli Zarife o hepsinden güzel.
Ama tek başına evcilik oynanmıyor ya da ip atlanmıyordu.
Aldım sepetimi, yola çıktım Hacer Teyze. Çocuklarla oynamak istesem anneleri korkup kaçırdılar onları benden, deli deyip savuşturdular beni başlarından. Merak edip senin gibi soran olursa anlatırım aynı böyle uzun uzun. Çöpü dışarı çıkarırken beni ardında bıraktılar kapıların. Sen öyle yapma olur mu Hacer Teyze?
Hacer Teyze esniyordu. Ah kızım, zavallı kızım ne üzdün, ağlattın beni. Şimdi git sonra yine gelirsin, beyim gelecek ya.
Çıktım, tanımadığım sokaklarda yürüdüm. Uzun, ağaçlı bir yola girdim. Çocuk parkına gittim, oturdum bir bankta.
Küçük bir el değdi omzuma. Abla, dedi. Benimle
oynar mısın?[i]
[i] Bülent Ortaçgil’in 1974 yılında müzik hayatına atıldığı ilk albümüne ismini veren şarkısıdır.