
Telefon çalınca karanfilleri budamayı bıraktı. Giriş kapısının tam karşısında, on adımda yürüyerek varılabilecek uzakta, duvara dayalı masanın üzerindeki sese doğru koştu. Müşteri bu, bekletmeye gelmez. Velinimet ayrıca. Cevap vermeliydi hemen.
Reşat yetişene kadar telefon sustu. “Hep olur olmadık zamanda arıyorlar.” Yeniden yarım bıraktığı budama işi için karanfillere yöneldi. Birkaç saat önce getirmişti çiçekleri. Karanfiller, güller, papatyalar, kasımpatıları… Çok bekletmeden budayıp sararan yaprakları temizledi. Saplarını da uygun uzunlukta kısalttı ve vazolara yerleştirdi. Suyunu da ihmal etmedi. Kırmızı ve beyaz karanfilleri ayırdı. Tek tek eline aldığı çiçekleri orta yerinden tutuyor, fazla yaprakları özenle koparıyordu. Elinde beş altı tane birikince topluca saplarını kısaltıyordu.
Reşat bu işleri gözü kapalı bile yapardı. Ne de olsa yılların tecrübesi var. Bazen dükkânda müşteri varken bile kulağında telefonla sipariş alır, aynı zamanda da buket hazırlardı. Son birkaç haftadır işler durgun. Çalan telefona yetişse iyi olurdu.
Gene çalıyor işte. Nasip olacak ya. Bu sefer kaçmaz. Hemen atıldı. Hazırlıklıydı. Hangi ara kulağına aldı, kendi bile inanamadı. “Buyursunlar efendim. Çiçekçi Reşat.” Bir an ses gelmedi karşıdan. “Yuh be! Gene yetişemedim ya!” Erkek mi, kadın mı diye karar veremediği bir ses “Alo, alo, alo” diye bağırmaya başladı. Reşat boş durur mu, aynı şekilde karşılık verdi.
Neyse ki kısa bir alo faslından sonra, birbirlerini duyduklarına kanaat getirerek karşılıklı konuşmaya başladılar. Sesi tanımıştı. Gene oydu. “Buyurun efendim, Çiçekçi Reşat ben.” Sesin cinsiyetini haftalardır konuşmasına rağmen bir türlü ayırt edemiyordu. Beyefendi, hanımefendi, abi ya da abla tabirlerini kullanmadan gene siparişi almıştı.
Elinde yarım kalan işine devam etti. Çiçekleri kesti, biçti, sıyırdı. Hemen ortalığı toparlayarak aldığı siparişi hazırlamaya başladı. Buket on beş dakika da tamamdı. Her hafta çarşamba günü, öğleden sonra üçte teslimat olurdu. Gene şaşmamıştı.
Bu aralar çırak bulmak zor. Külüstür bir motorla teslimat işini hızlıca kendisi hallediyordu. Atladığı gibi motora on dakika sonra adresteydi. Açık olan apartman kapısından girdi. Hemen sağdaki bir numaralı dairenin zilini çalıp kapının önüne bırakmasını, parasını da apartmanın altındaki terziden almasını söylemişti müşterisi. Öyle yapıyordu. Zili çaldı, buketi yere bıraktı. Yüksek girişin altındaki dükkâna sığışmış terziye indi. Kapıyı açmasıyla terzinin cebinden çıkardığı parayı, ona takdim etmesi aynı anda olup bitti. Selam yok, sabah yok. Adamın doğru dürüst suratını bile görememişti. “Ne tuhaf insanlara düştüm ben.” Kapıyı kapattıktan sonra motora kadar söylenip durdu.
Her hafta bir teslimat serisi, tam dört haftadır sürüyordu. Reşat önceleri aldırmıyordu. “Aldığım paraya bakarım ben.” Son siparişlerde içine kurt düşmüştü. Kim bu adam, pardon kadın? Ya da neyse işte. Bir sipariş daha olursa, parayı aldığı terziyle mevzuyu açık açık konuşacaktı. Ya, “Sana ne kardeşim, sen paranı almıyor musun?” derlerse diye de düşünmeden edemiyordu.
İki hafta geçmişti. Yeni sipariş yoktu. İçine bir kere kurt düşmüştü. Telefonda kaydı da vardı. Telefon açıp “Neden sipariş vermiyorsunuz?” diye de soramazdı herhalde. Saat ikide teslim edeceği başka bir buketin adresi, o bölgeye yakındı. En iyisi, o taraflara gitmişken terziyle konuşmaktı. “Sana ne kardeşim, sen paranı almıyor musun?” Bu soru sorulursa vereceği cevabı motor üzerinde rüzgarla savaşırken çok düşündü. Cevabı bulamadan teslimden sonra terzinin önündeydi.
Terzideyken motorunu görebileceği şekilde park yerini ayarladı. Kaskını çıkarırken çaktırmadan çiçeği teslim ettiği dairenin pencerelerine göz gezdirdi. Perdeler çekili, hiçbir hareket yoktu. Terzinin demirden yapılma, yer yer paslanmış kapısını açtı. “Selamın aleyküm.” “Aleyküm selam.” Fark etti ki, ilk defa selamlaşıyorlardı. Kafasını yavaşça kaldıran terzi, Reşat’ın yüzüne gözlüklerinin üzerindeki boşluktan bakarken elindeki iğneyi bırakmadan paçasını katladığı pantolonu kenara itti.
“Buyur birader.” Reşat adamın tanımadığını anladı. “Ben, çiçekçi. Hatırlamadınız mı? Apartmana çiçek getirip parasını sizden alırdım.” Terzi kenara ittiği pantolonu çekerek eline aldı. İğnesini yeniden kumaşa sokarak dikmeye devam etti. “Haaa, hatırladım seni. Eee ne olmuş?” Reşat karşısındaki sakinliğe, vurdumduymazlığa ne diyeceğini bilemedi. Sadece sustu. Kafasını dışarı çevirip göz ucuyla motora baktı. Kontrol ederken de vereceği cevabı bulmak için zaman kazanıyordu.
Terzi bir daha pantolonu kenara ittirdi. Elindeki iğneyle Reşat’a doğru döndü. Pantolonu ittiği eliyle gözlüklerini de çıkardı. Bu sefer gözleri tamamen açıktaydı. “Hayırdır çiçekçi? Bende para olmadığına göre sende de sipariş yoktur.” Gene mi motora baksa. Baksa da aklına bir şey gelmiyor ki. “Abi ben, şey, biliyorum para olmadığını. Sipariş de yok, doğrudur.”
Konuşurken terzinin göz kapaklarının ucundan iki damla yaşın süzüldüğünü gördü. Reşat’ın asıl merak ettiği ise sipariş veren kimdi?
Bir cevap yazın