Kentin merkezinde bulunan meydandaki büyük park, o cuma öğlen sonrası, normaline göre çok tenha, sessiz ve biraz pusluydu. Tabii hava durumu da bu “eksiklik” hâlini “artırmıştı”. Kış mevsimi kışlığını belli etmeye başlamış, havalar bayağı soğumuş ve ilk kar o gün bekleniyordu. Gökyüzü, illüstre edilmiş gibi bembeyaz, şeffaf bir camı andırıyordu. Bu camı, bir araya gelip güç birliği yaparak zorlayan kar taneleri, onu kırıp yağmak için adeta sabırsızlanıyorlar ve bunu hissettiriyorlardı.
Yirmi beş, yirmi altı yaşlarında gösteren genç bir kadın, iki eli ile paltosunun yakalarını tutarak banklardan birinin önüne geldi ve oturmadan önce durdu ve gökyüzüne bakmaya başladı. Göğe bakarken yüzünde umut ve şefkat gördüğü birine bakanların tebessümü vardı. Birkaç saniye sonra, bankın üzerini hızlıca süzdü, sonra oturup etrafını izlemeye başladı şimdi. Parkın içinden gelip geçenler haricinde, bir seyyar çaycı ve bazı banklarda oturan, çoğunluğunu ihtiyarların oluşturduğu insanlar vardı. Bu arada parkın daimî konukları olan kedi ve köpeklerini de unutmadan ekleyelim mekâna. Çay satan adam, yeni oturan ihtiyar adam ve eşine, tekerlekli küçük arabasının arkasından seslendi çay isterler mi diye. Ancak olumsuz yanıt alınca hafifçe somurtup tezgahıyla ilgilendi. Bu sırada genç kadın oturduğu yerden kalktı ve çay ocağının yanına gitti. Çaycı ilk başta şaşırdı nedense kadın onunla konuşunca. Adam, kadına karton bardağa doldurduğu çayı uzattı, kadın bardağı almadan, çantasından çıkardığı parayı adama uzattı, ancak bozuk olmayacak ki, adam yanında onun yardımcısı olduğu belli olan küçükBEYAZ oğlana verip onu parayı bozmaya gönderdi. Kadın gelip tekrar aynı banka oturdu. Elindeki karton bardağı yanına, bankın üzerine koydu ve çantasını açıp içinden üzerinde “Aylin’in Güncesi” yazan bir ajanda ile bir tükenmez kalem çıkarıp yazmaya başladı.
“Biliyorsun klasik bir günlük bakış açısıyla geceyi beklemiyor, herhangi bir saatte yazmaya başlıyorum sana. Şimdi baktım da tam dört gündür yazmamışım sana malum sıkıntılarımdan dolayı ve bu benim için bayağı uzun bir süre. Bu arada, şu an bir parkta oturuyorum ve her an kar yağabilir. Tesadüfe bak ki, kar, benim için hep bir temizlik ve tertemiz etme duygusunu uyandırmıştır. Sanki doğa, tüm günahlarımıza, tüm kötülüklerimize rağmen, şefkatle davranıyormuş gibi bize. Bu durumun şimdi anlatacaklarımla ne kadar güzel bir benzerliği olduğunu ve ne gibi bir tesadüf olduğunu göreceksin. Ben de bir nevi onun gibi beyaza boyuyor ve temizliyorum…
Bugün işten erken çıktım ve önce babaanneme uğradım. Dün bizim evdeydi ve konusu açılınca, onun evinde olan; babamın, halalarımın ve amcalarımın evlenmeden önce aldıkları ve çocukluktan beri o çok sevdiğim eski kasetlerini gelip almamı söylemişti yine sinirli bir şekilde. Ne zamandandır gelip almazsan atacağım diye diye başımın etini yiyordu. Atma diyorum diye sinirleniyor, sanki evinde yer yok gibi davranıyor. Tek başına yaşadığı evde ne kadar yer kaplayacaksa artık… Sonunda bazılarını almaya gittim oraya, sonra bu satırları yazdığım yere geldim şimdi.
Özellikle son üç hafta benim için bayağı sıkıntılı geçti. Ancak bu sıkıntılar (özellikle iki konu hakkındaki) beni, hiç bilmediğim atmosferler ve yollara götürdü. İlk iki hafta çareye giden aracın durağını hep dışarılarda aradım, ancak o durak içimdeymiş, hatta yolu da tam zihnimin ortasından geçiyormuş. Bu dönemde öğrendim ki, en önemli unsur, benim olaylara bakış açımdaymış, bunu çok net gördüm. Bu süreçte çok fazla düşündüm. Hatta düşünceler çağrışım yoluyla farklı düşüncelere saptırdı beni.”
Bu sırada çaycının yanındaki oğlan para üstünü getirdi ve “buyur abla” deyip kadına uzattı. Genç kadın parayı aldı, içinden bir banknot alıp tebessümle “şunu al canım” diyerek çocuğa uzattı. Çocuk teşekkür edip çay ocağına doğru gitti ve seyyar arabanın yanında, ateş yaktıkları varile, yerdeki kartonları yırtarak atmaya başladı. Kadın tekrar defterine eğildi ve sonra yazmaya devam etti.
“Ve biliyor musun? Bu süreç sonunda büyük değişimler de geçirdim. Hatta aldığım kararları pratik olarak yaşamak için hep bir fırsat bekliyordum ve bu fırsat az önce elime geçti. Biraz önce, oturduğum parkta, parka yeni gelenlere çay isteyip istemediğini sorduğunu fark ettiğim çay satan adam, bana sormadı. Ben de kendim gidip adamdan çay istedim. Aradığım fırsat elime geçmişti ve fikirlerimi pratiğe geçirmek için hedef seçtiğim şanslı kişi çaycı olmuştu. Ne alaka denilebilir, şöyle ki; yine son günlerde farkına vardığım ve bu hayatta gördüğüm ve inandığım en net hakikatlerden birini, bir cümle ile açıklamam gerekirse; hayat şaşırmak ve hayret etmektir derim. Ayrıca şaşırtan ve hayret ettiren bir sistem içinde umutsuzluğa da yer olmuyor açıkçası bu da ayrı bir not. Bu tespitler benim için çok derin hakikatler oldu. Çaycı ile alakasına gelince; benim hakkımda sadece dışardan bakarak kendince bir hükme varmıştı, herhalde ön yargılarıyla benim çay içmeyeceğimi düşünerek bana çay sormamıştı. Ben de onu şaşırtarak hem ona bu gerçeği gösterdim hem de önyargısını kırdım. Çay isteyerek 🙂 Çaycı çocuk paranın üstünü getirince aklıma geldi bunlar, asıl anlatmak istediğim konulara geçelim.”
Şimdi, kar hafiften serpiştirmeye başladı. Kadın kafasını kaldırıp tebessümle gökyüzüne baktı, sonra tekrar defterine eğildi ve yazdı.
“Artık karar verdim, bundan sonra bizim muhasebe ofisindeki Necla Hanım ne yaparsa yapsın, arkamdan ne dedikodu söylerse söylesin hiç umurumda olmayacak. Olmayacak ancak tepkisiz de kalmayacağım. Bugüne kadar, hep benden büyük olduğu ve bizim büroda yıllardır çalıştığı için mobbinglerine tek laf etmedim. Hatta alttan alıp, iyi niyetli yaklaştım. Ancak sonuç değişmedi ve stres yaparak zararını ben gördüm. O ise zevk ve mutlulukla kötülük yapmaya devam etti. Altı aydır benimle uğraşmakta hiç hız kesmedi. Halbuki, kızı yaşındayım, kadınım ve insanım onun gibi. Bu ortak noktalar olunca daha bir anlayış bekliyor insan açıkçası (ya da ben çok safım). Anlayamıyorum, bırakalım mutsuzluğu, tam tersi bakalım meseleye; mutluluğu tatmış bir insan, başkasının mutsuzluğunu nasıl isteyebilir? İşte bunu anlamıyorum! Mutluluğu tatmak, bence insanın içinde paylaşma duygularını uyandırmalı. Tıpkı güzel bir şarkıyı paylaşmak gibi ama ondan daha derin bir şey bu tabii. Dediğim gibi, artık hem kafama takmayacağım hem de alttan da almayacağım. Açık açık konuşacağım, yüzüne yüzüne. Bir tek ona değil, davranılması gereken herkese böyle davranacağım artık bu saatten sonra.”
Kar biraz daha hızlanmaya başlamıştı. Genç kadın tekrar gökyüzüne baktı, bir hakikatten emin olmuş gibi hafif kafasını sallayarak ve sonra deftere eğildi yeniden.
“Diğer konu ise Kerem ile ilgili. O çok değerli bir insan. Hatta bulunmaz Hint kumaşı gibi bir şey. Çocuk hem güvenilir hem de bir dediğimi de iki etmiyor. Ancak ben, korku ve kaygı çekiyorum onunla olan ilişkimle ilgili. Adam benimle evlenmek istiyor ama ben daha sözlenmekten bile korkuyorum. Böyle şeyler olunca, hiç adım atamıyorum hayatta ve bu yaşamımın akışına olumsuz etki ediyor. Sanki bir soru işaretinin çengel şeklindeki o üst bölümü boynuma takılmış ve ben tam bir adım atacakken Kerem ile ilgili bazı konularda, boynumdan çekiyor beni. Neymiş? Acaba onun sevgisinin altında ezilir miyim? Acaba onun için yeterli bir insan mıyım gibi gibi sorular ve sorunlar. Düşündüm de, sanki hayatta her şeyi bu kadar ince eleyip sık mı dokuyoruz? Geriye dönüp mutlu olduğum anlara baktığımda, istisnasız hepsini hesapsız kitapsız yaşamışım. Bak, yaşamışım diyorum, düşünmemişim. Kafamızda kurduğumuz tasarıları ölçüp veya tartarak kurmuyoruz, ancak altında kaldığımız zaman ağırlığını biliyoruz. Asıl bu tür bilinmezler için riske girmeye değer bence. Altında kalsak bile, belki de hafif olacaktır bilemeyiz. Hoş, zaten başka türlü davranmak yaşamımızı tıkatır, o da ayrı konu… Bir de dürüst ve iyi niyetli olalım yeter aslında bence. Bu olgular insana taşıttırmıyor içimizdeki ağırlıklarımızı, kendileri sırtlıyor hepsini… Yani diyeceğim o ki, karar verdim, artık bu olumsuz durumun da üstüne gideceğim, normal bir insan gibi makul bir miktarda düşünüp kendim gibi akışına bırakacağım. Kendimi övmek gibi olmasın ama ben de kötü biri değilimdir, hatta iyiyim de bence. Kendime güvenmek yetiyor aslında. Hem Kerem de mutlu olacaktır artık, belli etmemeye çalışıyor ama üzülüyor ve hoşnut değil bu durumdan. Bir de açıkçası herkese nasip olmaz böyle biri.
Bu anlattığım meseleler belki de çoğu insan için çok basit olaylardır, ancak bende yarattığı etkiler kötü maalesef, yani ben o gruptan değilim, belki de ben bayağı hassasımdır… Evet, bu iki önemli mesele ile ilgili iyileştirici sonuçlara vardım ve çözdüm sıkıntılarımı sonunda. Bu arada, bu sefer yazdıklarım da zaten benim için bir nottan öte kendimle bir anlaşma.
Bir şey güç kaybedince yavaşlar ve durur, yani biter. Ben de en önemli gücünü benden alan olumsuzlukları beslemekten vazgeçtim artık. Gücümü kendim için olumlu olacak etmenlere vereceğim. Bugüne kadar bu iki sorundan, sorun olarak bahsetmiştim sana ama bugün içim çok ferah ve çözülmüş bir şekilde açmak kısmet oldu. Amma velakin, bu süreç sadece iki konuda değil farklı farklı konularda da olgunlaştırdı ve değiştirdi beni. İnşallah önümüzdeki günlerde onları daha da açacağım. Daha gün bitmedi ve gece gelmedi, gece yeniden buluşalım. Biliyorsun, sonuçta hayat, şaşırmaktır, neler olacağı belli olmaz…”
Kadın, huzurlu bir yüz ifadesiyle defterini kapattığı an, kar bütün duvarı yıktı ve lapa lapa bir şekilde sökün etmeye başladı. O da kafasını kaldırdı ve gülümseyerek karın yüzüne yağışının keyfini çıkardı. Daha sonra defter ve kalemini çantasına koydu ve çantasının içinden bir kaset kutusu çıkardı. Kasetin kapağında “Gökyüzü Herkesindir” yazıyordu. Kadın tebessümle kapağa baktı ve hayretle başını sağa sola salladı. Sonra kaseti çantasına koydu, birkaç yudumdan başka içmediği karton bardağı aldı oturduğu bankın yanındaki çöp kutusuna attı ve kalkıp yürümeye başladı, yavaş yavaş kesif kar tanelerinin arasında kayboluyordu şimdi…
Bir cevap yazın