Her sabah gibi o sabah da erkenden uyandı. Yatağını topladı. Banyoda elini yüzünü yıkadı. Mutfağa gidip çayı koydu. Ekmekleri dilimledi. Tost makinesine bir bir yerleştirdi. Buzdolabından peyniri, tereyağını, kendi elleriyle yaptığı ayva reçelini çıkardı. Yumurtayı bu sabah yağda yapacaktı. Kocası Murat yumurtayı en çok omlet şeklinde severdi.
Masayı donatıp çayı demledikten sonra yatak odasına gitti. Murat’ın yanağına kocaman bir öpücük kondurarak kahvaltının hazır olduğunu, az daha uyursa işe geç kalacağını söyledi. Beraber mutfağa geçtiler. Murat iştahlı iştahlı omletini yerken kocasına hayran hayran bakıyordu. Ne kadar iyi bir insan olduğunu içinden geçirdi. Kendisi gibi bir kadınla kaç erkek yuva kurmayı isterdi ki… Üstelik iki aylık hamileydi. Çocuk sahibi olmayı da Murat istemişti. Böyle birisiyle yollarının kesişmesi ne büyük bir şanstı.
Kocasını işe uğurladıktan sonra mutfağı topladı. Odaları süpürgeye tuttu. Akşam yemeği için bezelye ayıkladı. Yanına bir de pirinç pilavı yapardı. Murat’ ın yoğurtsuz akşam yemeğine oturmadığı aklına geldi. Bir koşu buzdolabına baktı. Yoğurt kalmamıştı. Pirinç kasesine bir göz attı. Daha üç pilavlık daha pirinç vardı. Çarşıya inip yoğurt almalıydı. Çabucak üzerini değiştirdi. Çekmeceden cüzdanını alıp evden çıktı.
Durakta çok insan yoktu. İyi ki durağa bu oturakları yapmışlardı. İki canlı haliyle uzun süre ayakta duramazdı. Beklediği dolmuş on dakika içinde gelmişti. Acele etmeden kapısı açılan dolmuşun basamaklarını birer birer çıktı. Önden üçüncü sıranın pencere kenarındaki koltuk boştu. Yavaşça yürüyerek bedenini boş koltuğa bırakıverdi. Kafasını cama dayayıp duraktakilerin dolmuşa binişlerini izledi. Genç bir kadın elinden tuttuğu çocuğuyla telaşlı telaşlı basamakları çıkıyordu. Yirmili yaşlarında bir genç kız ardından bindi. Kitaplarını kollarıyla göğsüne bastırmıştı. Üniversite öğrencisi olduğu her halinden belliydi.
Genç kızın arkasından binen adamı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. Bacakları, kasıkları, sırtı ter içinde kalmıştı. Adam boyu, bıyıkları ve hafif öne çıkmış göbeğiyle aynı ona benziyordu. Unutmak için ömrünü verdiği gençliği gözlerinin önüne geliverdi. On beş yaşının saflığı, temizliği, yaşama coşkusuyla atan yüreği… Sonra yarım akıllı annesi düştü aklına… Zeka geriliği bilim tarafından da onaylanan annesi. Babasının ani ve kuşkulu ölümü… Şimdi dolmuşa binen adama tıpa tıp benzeyen amcasının sahip çıkma bahanesiyle annesiyle evlenişi. Geceleri sık sık baba yarısının annesi uyuduktan sonra odasına girip yatağına süzülüşü. Sonrası ekşimiş nefes, et, ter kokusu. Yaşamdan ölesiye bir tiksinme hissi. “ Annene söyle haydi sıkıyorsa. Seni kıskandığını söylerim. Yarım aklıyla sana mı inanır, bana mı? Üstelik baban hayattayken bile annenle olan ilişkimizin ortaya çıkmasını sen de sanırım istemezsin” diye yıllarca süren tehditlerini… Zavallı babam, diye düşündü. Annem üçüncü kardeşime hamile kalınca nasıl da sevinmişti… Karısının karnındaki bebeğin babasının abisi olduğunu iyi ki öğrenemeden ölmüştü. Bilseydi belki de cinnet geçirip ikisini de vuracaktı.
Can havliyle şoföre bağırdı. “ Durun, ben ineceğim!” Minibüs durur durmaz üstü kalsın, diyerek parayı uzattı. Sanki bir gökdelenin tepesinden atlarcasına dolmuştan indi. Derin derin soluk aldı. Temiz havayı içine çektikçe o karanlık sahneler, o tere bulanmış ekşi kokular yavaş yavaş yitip gitti. Ağır ağır uzaklaşan aracın ardından baktı, baktı, baktı… Sonra birden Murat aklına geldi. Yoğurdu alıp hemen eve dönmeliydi. Daha pirinçleri ayıklayarak suda haşlayıp tereyağıyla kavuracaktı. Çarşıya giden uzun yolu hızlı yürümeye başladı.
Bir cevap yazın