Roll-on denilen türden, masum bir erkek parfümüydü. Hani kapağının altındaki dönen top marifetiyle sürülen… Apartmandaki bir komşu-satıcıdan alınmıştı.
Bilirsiniz o satıcılıkları; apartmanda ya da aynı şirketteki beş kişiden ikisi satıcıdır. Diğer üçüne her ay bir şeyler satarlar. Erkek-kadın parfümleri, şampuanlar, bijuteri ürünleri (bujiteri değil, o sanayidedir)… Günlerde ya da ofiste öğle molalarında toplanırlar. Kataloglar havada uçuşur. ‘Ay şu çok güzel!’, ‘Canım bu sana çok yakışır!’, ‘Ben onun kokusunu biliyorum, harika!’ gibisinden sözlerle birbirlerini gazlarlar. Ne kadar kâr ederler bilinmez ama ortada her ay deli rakamlar döner. Gelen ürün ise bildiğiniz, yan sanayinin merdiven altıdır.
İşte böyle bir kozmetik ürünüydü küçük çantamdaki. Sarı sıcak bir ikibin beş yazıydı. Ördekler sıcaktan bunalmış, dalıp dalıp çıkıyorlardı, Abdi İpekçi Parkı’nda.
Özelleştirme karşıtı bir işçi eylemiydi. Otobüslerle beş saatlik mesafeden gelinmişti mitinge. Parkın beton elleri semâya yükselirken, metrekareye dört sarı baret düşüyordu, işyerinde hiç takılmamış, tertemiz. Bizde adet böyleydi. İş kazalarında dünya lideriydin ama miting ve özel günlerde tahaffuz malzemesi eksiksiz kullanılırdı.
Alana polis aramasıyla giriliyordu her eylemde olduğu üzere. Beni arayan polis, çantamda bu parfümü buldu. Parfümün markasını bugün bile hatırlamam, direk ithal miydi neyse artık, parfüm olduğu bile pek belli değildi aslında. Üzerinde yabancı şeyler yazan, kahverengi plastik bir silindir işte.
Polis aniden, tahmin etmediğim bir şaşırmayla “Aha, biber gazı!” dedi. Kaşları çatıldı, gözler fal taşı… Yok yahu dedim gülerek, parfüm bu! Açtım kapağı, koklattım. O da gülümseyip geçseydi iyi olurdu aslında. Gülmedi. Çok gergindi.
Bir şey olmadı gerçi. Konuşmalar, alkışlar… Sendika işçinin gazını aldı. Fabrika yine de satıldı. Sıcaktı Ankara. İkibin beşti.
Uğur Demircan, 2013, Seydişehir
Bir cevap yazın