Zamanlardan bir zamandı. O zamanlar önüme yürüdüğüm sisli yolların gizli yıldızları
devrilirdi. Serseri yalnızlıklarında gezerdim büyük şehirlerin, elimde mısralarım. Saymadım
nedense kaç seferdir yalnızım. Aklımın içinde yıllarca konuşmasam da baki arkadaşlıklarım.
Denize dönmek isteyen iyi şairler da içeride. Dışarıdaysa üşüyorum. Yine Paris esiyor olmalı
açık kalan bir pencereden. Gideceğim, hukuk fakültesini bitirmeden. Pariste bir kız
soracak. “Nesin kimsin?” diye. Onu hatırlayacağım. “Maceraperestim” diyeceğim. Organize
bir maceraperest.
Gitmek deyince iki gözüm, her gittiğim şehirde adetimdir bir yeri mesken tutarım. Aynı
yerlerini severim tüm şehirlerin gölgemi benden yakışıklı gösterdiklerinde. Bu sıralar nedense
biraz Fransa görüyorum. Öğrencilikten yeni çıkmış-bozulmuş çocuklardanım henüz. İstiklal
caddesinde Atlas sinemasında film beklerken Orhan Kemal ile mesken tutuyorum Baylan
pastanesini burjuvalar gibi. Polis takip ediyor beni, sevgilim kadar yakından. Yaşamak yerine
mutlulukları izliyorum ben, gençlik bir şimşek gibi suratı ekşi aynada, asılı kalmışken. Öğle
arasında, ömrün arasında, uzak ama görünen doğal mutlulukları izliyorum. Dudaklarımın
kıyısında öpülmeyi bekleyen hayaller. Yarım kalıyor tüm yarım kalanlar gibi, bir ses.
Ömrümün bindiği o eflatun tramvayda, bir başıma, sonra bir seferinde Beyoğlu’da sinemada
düşünüyorum. Sevdiği adam bile, ben değilim sevgilimin; yüzüm düşüyor hayallerimden
önce, yanlış bir şehirde.
Oysa adım anons edilmeden önce genç kızların dilinde şiirim adım adım geziyor. Kaptan
kaskedimden önce fulara alıştırdı bu zamanlar beni, ki bana nefesim kadar yakın. Boğazımın
köprü altları fuhuş pazarı değildi, o zamanlar; can pazarı. Bohemlerim dağınık yaşıyor, her
biri kapı komşum. Hayatım da başlamak üzere, çocukluğuma yaklaşmışım. Koşa koşa en
yakın gara gidiyorum, bilet gişesine cebimdeki tüm parayı koyuyorum. “Nereye kadar
götürüyorsa” ver diyorum. Çünkü el veriyor yüreğim. Paramparça ağzım, yüzüm,
elim. Gölgemi benden daha gerçek gösteren gar gecelerine o günden direniyorum. Oysa
şimdi gölgemi yol boylarında yitirdiğimi sanıyorum. Daha önce ölüme bu kadar hızlı gittiğimi
hatırlamıyorum.
Tuhaf şey. Ben az önce garda değil miydim? Soğuk bir karanlığa girip çıkarak hangisi
olduğunu bilmediğim bir tren beklemiyor muydum? Oysa odamın sakin karanlığına
gömülmüş kullanılmamış bir yalnızlığı büyütüyor gibiyim. Gece hışım gibi ilerliyor. Elimde bir
dergi. Dilimin ucunda sorular. Hep düşünmüşümdür, insan aynı zamanda birkaç yerde birden
olabilir mi? Yazmışımdır, zaman zaman İzmir’deki, İstanbul’daki, Paris’teki yaşantılarımı da
kendi koşulları içinde hala sürdürdüğümü sanıyorum. O şehirlerde de birisi var. Benim o.
Tutturduğum başka bir serüveni götürüyorum. Nereye? O zaman şimdi hem odamda hem
garda neden olamayayım. Bunu yalnızca şairler yapabilir. Hele camlarda kıyıcı bir rüzgar
ıslıklar çalıyorsa. İnsanın üzerine bir çağrışımlar sürüsü çalıyorsa. O zaman ben hem
buradayım üstelik Ankara garındayım.
Bir aşk deniyorum. Şehre yeniliyorum. Adı Şehnaz mı diyorum acaba bu şehrin dudakları
kırmızı, yoksa Leman mı fena halde? Elim ayağım titriyor düşününce, irkiliyorum. Her yerinde
sesinden bir uğultu duyuyorum. Korkulu çirkin gülümsemeler dörtbir yanı, apaçık gülmekten
korkuyorum. Dudaklar. Nikah kıyıyor şehrin dudaklarındaki ruj kavgama. Aklımı karıştırıyor
şımarık gölgelerde oynaşabilen bakireler. Gözü kapalı öpüşüyor olmalı yağmur, gözüm
kapalı ve gürültülü. Senin gözlerinse daima açık seçik. Kaç şiir yazılmalı gözlerine
kestirebiliyor musun bulunduğun yerden? Kullanılmamış hayallerle geldim; yanımda taze
eller, mavi bir ten koyup iç cebime. Yüzüm bütün ıslak, dudaklarım soğumuş. Saatim durmak
üzere, birleştirilmeli hayatlar vakit kalmışken.
Oysa ki ben kainat içindeki ve dünya içindeki seyahatini iliklerine kadar hisseden bir adamım.
Birçoğu beni hizadan çıkmış, kendi rüzgarında biri zanneder. Öldüresiye dostlarım,
öldüresiye düşmanlarım vardır. Hem dostlarımı hem düşmanlarımı, onların yedikleri ekmeği
ve üzerinde yaşadıkları bu toprağı sırılsıklam severim. Yer, gök ve hava; kuş, kurt ve cümle
mahlukat; ekmeğimiz toprağımız suyumuz; senin bana verdiğin, benim sana verdiğim helal
olsun. Mahsuldar yürekleriyle öğündüğüm şanlı dostlarım, elleri titremeden vurmasını
bilmeyen düşmanlarım, eyvallah. Abbas yine yolcu, yine yolcu…
YALNIZ ÖLÜYORUZ
Hayat bu yaşadığımız değil,
Gözlerimi kapattığımda yaslanamadığım.
taze bir mavilik yok hiçbir yerde.
Basit,
Boş olduğu belli
Belli boş olduğu da
Atmaya kıyamıyoruz
Kor alan
kaf dağının ardından şimdi
kızıllığından ödün vermiş
Unutmak için ayrılandan
gelen yankıyı.
peki ya siz sevgililer
Gecenin kıyısında gün doğmazdan evvel
Kaçan uykunuzun gıcırtısındaki
Sesi dinlerken nefesinizi tutup
Unutmak için ne yaparsınız;
eğer ki yaşamıyorsanız?
Cemre Bedir