Avrupa… ‘Uygar’ Avrupa… Tarihinin her satırı kanla yazılmış, her sınır kanla çizilmiş, uygarlık
tuğlalarının her biri kanla yoğrulmuş taşlarının her biri, birinin ahını almış, yerlerine kan harcı ile
oturtulmuş.
Soğuk fakat duru ve güzel bir hava vardı. Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. 2015 yılında, su kanalları
ve gondolları ile ünlü Venedik’in tarihi yapılarla çevrili ünlü San Marco Meydanında, dizi dizi kafeleri
doldurmuş insanlar, neşeli müzikler eşliğinde içkilerini yudumluyor, yeni yılın gelişini bekliyorlardı.
Her biri dünyanın başka bir köşesinden gelmişti. Özellikle San Marco Meydanı için gelenler,
gezginler, tesadüfen geçenler, turla gelenler, ilk kez gelenlerle hep gelenler meydanı hıncahınç
doldurmuştu. San Marco’nun tarihi dokusu içinde yılbaşı kutlamak, herkesin kolay elde edemeyeceği
bir ayrıcalıktı.
Bir kafede, adı Linda olan genç bir garson kız masalara servis yapıyordu. Düşünecek ve yılbaşını
kutlayacak pek vakti yoktu. Bir masanın siparişi bitince diğerininkine koşuyordu, o bitince bir
başkasına… Hep güler yüzlü olmak zorundaydı. Bir sebeple kızarsa patrondan azar işitebilirdi. Yirmi
iki yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Okul harçlığını çıkarmak için çalışmak zorundaydı. Ama artık
son sınıftaydı, yolun sonuna gelmişti. Yakında özgürlüğüne kavuşacaktı.
Meydandaki büyük bir ekranda yeni yıla giren ülkelerin görüntüleri gösteriliyordu. Moskova, Varşova,
Ankara, Sofya, Atina, Belgrad, Zagreb derken zaman ilerledi, büyük ekranda bir saat belirdi. Akrep
12’de, yelkovan çok yakın, neredeyse onun üstünde, saniye ibresi hızla akreple yelkovana
yaklaşıyordu. Linda tam bir servis bitirmişken müşteriler ellerinde kadehlerle ayaklandılar. Geriye
sayım başladı.
Dieci…Nove…Otto…Sette…Sei…Cinque…Quattro…Tre…Due…Uno…Heeey…..!
Meydanın çan kulesi, kentteki çanlar 12’yi vurdu. İnsanlar birbirini tanısın tanımasın, coşkulu seslerle
kucaklaşıp öpüştüler. Fırsattan istifade, Linda’yı da öpenler oldu. Gülerek karşıladı Linda. Yeni yılın
ilk saniyesiyle birlikte meydanın dışında havai fişek gösterisi başladı. Havai fişekler çok yükseldiği
için yapıların üzerinden, meydanın içinden de rahatlıkla izleniyordu.
Linda, farkında olmadan çevredeki coşkudan sıyrılarak, büyülenmiş gibi ışıklara doğru birkaç adım
attı. Elindeki yuvarlak tepsiyi önündeki boş masaya bıraktı. Gevşeyen atkuyruğu saçlarını açıp
yeniden topladı. Güzel, Slav yüzü ve kara gözlerinin içi, fişek ışıklarıyla aydınlanıp sonra kararıyordu.
Aklına bebekliği geldi, Hırvatistan’dayken annesiyle birlikte çektiği acılar… Birkaç havai fişek peş
peşe patladı. Gözlerini kırpıştırdı, yüzünden bir korku dalgası geçti. Çenesi, dudakları titredi. Havai
fişekler bombalara dönüşmüştü.
Şimdi yanan bir evin içindeydiler. Geceydi, karanlıktı.Annesine sarılmış, ağlıyordu. Evin bir bölümü
yıkılmıştı. Dışarıdan patlama, silah sesleri, yoldan koşarak geçen insanların ayak sesleri, bağrışmalar
geliyordu. Ev yanıyordu, tavan neredeyse çökecekti ve dışarı çıkmak zorundaydılar. Annesi Greta, onu
kucaklayıp bir gayretle karmaşanın içine daldı. Nereye gideceğini bilemiyordu. Gördüğü sivil
insanların peşinden koşmaya başladı. Greta koşarken, kucağındaki Linda, alevlerin ışığında, o yaştaki
bir çocuğun hiçbir zaman görmemesi gereken şeyleri gördü. Yerlerde vurulmuş, parçalanmış insan
bedenleri, tek başına ağlayan çaresiz çocuklar, can çekişen yaralı insanlar, her yerde tüten kara
dumanlar, alevler, patlayan silahlar, tank paletlerinin gıcırtıları… Gördükleri, duydukları bir daha
aklından çıkmadı.
Koşarak kent dışına çıktılar. Savaşın olmadığı, hiçbir şeyin ve ışığın olmadığı bir alandaydılar.
Çevrelerinde onlar gibi daha birçok insan vardı. Batıya doğru, bir adım atacak güçleri kalmayana
kadar koştular, oradan uzaklaştılar. Linda’nın dumanlar, alevler içindeki doğduğu kent gerilerde kaldı.
Yolda iyi insanlar yardım ettiler. Birkaç gün sonra İtalya sınırına ulaştılar. Annesinin İtalyan olması,
İtalya’ya geçiş yapmalarını kolaylaştırdı. Babası ve ağabeyi Hırvatistan’da kaldı. Onlardan bir daha
haber alamadılar.
“Bakar mısınız?”
Savaştan sonra Greta, Hırvatistan’a geri dönmüş, eşini ve oğlunu aramış ama bir sonuç elde
edememişti.
Linda’nın babası, Berlin duvarı yıkıldıktan sonra Yugoslavya’dan İtalya’ya gidip orada çalışma şansı
bulmuştu. Annesi ile öyle tanışmışlardı. Yugoslavya federe bir devletti. Ancak sonra adaletsizlikler
olunca Hırvatistan tek taraflı bağımsızlık ilan etmiş, buna bozulan Sırbistan Hırvatistan’a savaş açmış,
aynı zamanda Hırvatistan’da yaşayan Sırplar da Hırvatlardan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Yıllarca
kardeş gibi yaşamış, iç içe girmiş, kaynaşmış, aynı kökten gelen, son Dünya Savaşında Alman
faşizmine karşı yan yana çarpışıp can vermiş insanlar birbirlerine düşman kesilmişti. Ne yazık ki
Linda, hiç de hoş olmayan bir çocukluk dönemi geçirmişti. Bazen o günleri istemese de anımsamak
zorunda kalıyordu. Annesi Greta’nın gayreti sayesinde zor dönemi atlatabilmiş, geç de olsa eğitim
almaya başlamış ve işte, eğitim işinin sonuna gelmişti. Peki, bundan sonra ne olacaktı?
“Bakar mısınız? Bakar mısınız?”
Meydandaki coşku biraz olsun durulmuş, insanların bir kısmı yeniden masalarına, içkilerine ve
sohbetlerine dönmüştü.
“Garson hanım, bakar mısınız dedim!”
Linda uykudan uyanır gibi kendine geldi ve geri döndü. Bir müşteri sesleniyordu. Gülümsedi.
“Ah, affederseniz, kusura bakmayın dalmışım. Evet, buyurun…?”
11.Ocak.2020
Mehmet Sinan Gür
Esinlenme: Sevil Taner, Ali Ferit Bigat, Deniz Akıncılar
Bir cevap yazın