Yeni bir serüvene başlamak için artık daha profesyonel düşüncelere girmeye ve adımların artık sayılı ve dikkatli atılması gerektiğine inanarak kalemi elime yeniden almıştım. Uzun bir reklam arasından sonra heyecanımı sert kalp atışlarına bıraktığım beyaz sayfaya yeniden bakıp adını sonradan koymaya karar verdiğim hikayelerime ilk hangi cümleyle başlamam gerektiğini saatlerce düşündükten sonra nihayet ilk cümle geliyor. Televizyonlarda hep öyle olur diye yazı argümanlarımın arasına kahveyi de iliştirmiştim. İlk cümleden sonra devamını getirmek için epey zaman harcasam da soğumaya başlamış kahvemden bir yudum daha alıp kalemi gökyüzünden karların ağır salınışları gibi yavaş yavaş indirip bir solukta cümlelerin devamını yazmaya başladım. Bu ilham denen şeyi herhangi bir yerden satın alamadığımız için kağıda dökülen ilk öykü ve şiirimi yazmak gerçekten saatlerimi almıştı. Vakit yarıma yaklaşmış evde benden başka ayakta olan kimse kalmamıştı. Fakir bir insan olarak çalışma ihtiyacı duymamdan güç alan kalem, yavaş yavaş elimde yatay bir hal alıp yönünü yatağa doğru çevirmiş bana can alıcı bir mesaj veriyordu. “ Yarın iş var ey insanoğlu, kalk da yat artık. Yeter ettiğin zulüm, tamam canımız yok ama benim de dinlenmem gerekiyor “ Dile gelen kalemin sözlerini kulak arkası etmeyip itiraz etmeden aylar sonra bana sebep olup yazdırdığı son öykümün üzerine onu istirahat için bırakıp,ailesinin yanına yıllar sonra yerleşmiş ve odasını kardeşlerine kaptırmış biri olarak salonda açılan yatağa derdimi kimseye belli etmeden girmiştim. Şimdi bir de uykuyla olan savaşımda galip çıkmam gerekiyordu. Saatlerce bir sağa bir sola dönüp kafamda tilki gibi dönüp dolaşan cümlelerle bu savaşın da erken bitmesi hayal olacaktı ama neyse. Bu yola da girmiş bulunduk bir kere, pes etmeden devam etmeli. Küresel dünyanın aşık insanları olarak gavur icadı telefonu elime alıp biraz da milletin paylaştıklarını seyretmek, sosyal çatışmaları izlemek için vizemi alıp sosyal medya sitelerinde sırayla seyahate çıkıyorum. Her yerin ayrı bir kuralı ve ayrı bir dünyası var, her ne kadar insanlarının çoğu aynı olsa da. Bir süre sonra bu serüvenden de sıkılıp uykudan önceki son direnişim olan her akşam yatağın ucunda benimle beraber yatan kitabı elime alıp, ayracın her gün biraz daha ileri gittiği sayfalardan birinde beni beklediği duraktan okumaya başlıyorum. Yazmaya yeniden başladığımdan beri okuduğum kitapları anlamaya çalışmaktan çok yazarların kelimeleri yan yana getirme düzenlerine, virgüllere, noktasının sonu belli olmayan cümlelerin uzunluğuna dikkat etmeye başlamıştım. Şiir zaten hayatımda mavi okul önlüğümü giydiğim andan itibaren başlamış olduğundan inceleme alanındaki analizlerimi bu aralar öykü kitapları ve yazarlarına yönlendirmiştim. Ve sanırım bu adam yani elimdeki kitabın yazarı benim başlangıcım için doğru adresti. Adını şimdi söylemeyeceğim. Cümleler o kadar duru, anlamına anında baktığım eski kelimeler ve cumhuriyetin yeni kelimeleri yan yana o kadar itina ile dizilmişti ki, bazen analizi bırakıp öykünün ritmine mecburi olarak yön çeviriyordum. Kitabın sonuna yaklaşmaya başladığım ve henüz bitmesini istemediğim için bir aralık konunun bitimiyle beraber ayracı bugüne başladığı yerden biraz daha ileri de yeni bir sayfaya yerleştirerek yarın erkenden sigortalı işime gideceğimi hatırlayıp uyuma yönünde teokratik bir karar alıyorum. Kitabı yine aynı yere yatırıp yastığı da başımın altında birkaç kere poh pohladıktan sonra gözlerimi kapatarak uyumak için savaşa yeniden başlıyorum. İnsanoğlu bu, düşünmeden olur mu hiç! Eski sevgililerimden tut da ilkokuldaki arkadaşımın yıllar sonra taştan bir yapıta dönüşmesinin siluetine kadar aklıma ne kadar gereksiz şey varsa gelmeye başlıyor. Ha bir de sonunu henüz bağlamadığım öyküm.
Yarın akşam yeniden savaşacağımı bildiğim için gücümü bu akşam harcamayıp yazımı sonlandırmak için zorla ısıttığım yorganın içinden sıyrılıyorum. Hiç kahve olmadan yazı yazılır mı? Televizyon filmlerinde öyle oluyor vallahi. Hemen mutfağa geçip kahvemi hazırlıyor ve masada az önce dinlenmesi için bıraktığım kalemin karşısına yeniden oturuyorum. Kağıda döktüklerimi yeniden bir gözden geçirdikten sonra aklıma kalemin yatmadan önce söylediklerini hatırlayı, iyiliğimde üstümdeyken çantamdan başka bir kalem çıkarıyor ve son dokunuşu onunla yapmak istiyorum. Kağıdın üzerinde duran yorgun kalemi de hiç kaldırmayıp masaya paralel bir şekilde istifini bozmadan yana doğru kaydırıyorum. “Sen dinlenmene bak efendi ben başımın çaresine bakarım”. Yeni yol arkadaşımın gücüne güvenerek kahveyi yudumlayıp vuruyorum kağıda evdekilerin uyanmasına neden olmadan usul usul. Kağıt ile kalemin ucunu buluşturdukça sevgilinin dudaklarında yakaladığım mutluluk hatırıma geliyor ve türlü hayallere dalıp konudan uzaklaşıyordum. Sonra silkelenip kendime geliyor ve “Oğlum senin şuan tek sevgilin bu elindeki kalem ve önündeki kağıt”. Bu hazzı uykuyla kıyaslamamın bile ne kadar aptalca bir davranış olduğunu düşünüp kendi kendime kendimden utanıyorum. Kendi kendime kendimden. Cümleler birbiri arkasına kovalandıkça ben yazmanın mutluluğunu doyasıya yaşıyordum. Çocuğun babasını katil çıkarıp hapse yollarken son kelimenin ardına kalemin ucunu sert bir bastırmayla dokundurup kaldırıyor ve ortasından yana doğru çevirerek kabuğuna çekiyorum. Eskisi benden çabuk sıkılmıştı ama bu yeni kalem hiç dert ve sıkıntı çekmeden benimle beraber saati üç buçuk yapana kadar takılmış ve ben bunu fark edince de ödüllendirmek için o söylemeden dinlenmesine izin vermiştim. Masanın üzerinde yazılanları olgunlaşması için ışığın aydınlığından kurtarıp karanlığa gömerek Sabahattin Ali’nin gölgesinde az önce ısıtıp içinden çıktığım yatağıma tekrar uzanıyorum.
Bir cevap yazın