Sabah uyandığımda –altı suları- bir şeyim yoktu. Kış ya hava karanlık. Yok, alacakaranlık bile değil. Sadece adı sabah olan bir sabah. Şehrin bu yanında evler hep rutubet, hep kömür isi. Yüzümü yıkıyorum söverek. Aynanın orta yerine okkalı tükürüyorum. Dişlerim sigara sarısı dizi dizi. Ağzımın içi zift yalamış gibi. Tipsiz, kavruk suratım. Mutfak hele hepten buz. Kahvaltı etmeyeli ne kadar olmuş. Her sabah aynı. Kapıda durup illa bakacağım o boş sandalyelere. İki ayakkabı, iki bot kapının önünde. Çalı süpürgesi her zamanki yerinde. Ayağıma geçiriyorum benimkileri. Topuklarını merdivenleri çıkarken yerleştiriyorum.
Köşedeki pastane bozması açar bu saate bir tek. Bazı poğaça, bazısı da simit, artık o gün canım ne isterse. Değişiklik olsun diye daha çok. İki poğaça alıyorum bugün. Erkenciler yollarda. Kimi servis bekliyor köşede, kimileri ben gibi ilk otobüslere, yeni uyanan dolmuşlara. Eller ceplerde. Şeytan yalamış suratlar, afyonu patlamamış ruhlar. Bir bir yakılan sigaraların kokusu daha şimdiden bıyıkları sarmış.
Yol uzun. Önce otobüse atlıyorum.. Sonra dolmuş. Sonra yine otobüs. Git git bitmez bazen. Altına işeyecek olursun. Tuta tuta koşturursun helaya ilk iş. Hele dönüşler… Yorgun bedenler yığılır üst üste. Yer bulacak kadar şanslıysam yaslarım başımı cama ki değmeyin keyfime. İşte o zaman unutursun yolu, yorgunluğu kısacık. Gözünü kapayıp hayallerinsin. Neyin yoksa onun hayali. Fatma’mı düşünürüm çokça. Şöyle paralı bir işte çalışıyormuşum. Sigortalı misal. Sabit. Gün orada gün burada değil yani. Temizliğe göndermem o zaman. Eve vardığımda hep dolu elim kolum. Öteberi almışım. Bugün 10 kalem pirzola. Bir kalıp iyisinden peynir. Mevsimine göre bol sulu salata ki ekmek banaklayalım doyasıya. Tereyağın kokusu sokaklara taşan döküm döküm pilav. Oh mis! Fatma’m da açar bir ufağı önüme. Yüzünde bir gülümseme, bir mutluluk. Radyoda şöyle hafiften bir türkü. Iç kız sen de bir tek bu akşam, geç şöyle otur salına salına karşıma. Fatma’nın yanakları al al. Yorulmamış hem. Elin evini temizlemekten eli ayağı kavrulmamış. Belki iki tek atınca, belki girince yatağa gece, sıcacık koynuna…
Otobüs sarsıla sarsıla durur. Soğuk durak dikilir karşına anca. Ne pirzola kalır, ne Fatma’nın al yanakları. Son sigarayı yakıp buruştururum sımsıkı paketi. Bir vurdum muydu tekmeyi uçar gider önüm sıra. Tekelci Esat yanına üç şişe de her zamankinden koydu muydu? Bugün kahveye gidesim var. Ne zamandır uğramamışım. Aynı yüzler. Soldaki köşe masa pişpirikcilerin. Kel Kemal, Tekelci Esad’ın Yeğeni Puşt Ali bir de Muharrem yine almışlar kumpasa Kitapçı Hasan Dayıyı ütüyorlar. Dip masada aşinalığım olmayan gençten iki delikanlı tavla atıyor. Bir kaç yaşlı hoşbeş ediyor. Daha kapıdan girerken gözüme kestirdiğim en uzakta ki yere otururken de –altı suları- bir şeyim yok. İhtiyarlar bir çayla saatler geçirmişler ki Kahveci Süleyman Ağa gözlerini belertip hemen çay söylüyor ocakçıya. Hasan Dayı selam ediyor. Eyvallah diyorum, böyle iyi. Puşt Ali bir başka mı baktı ne? Bu kaçıncı çay içtiğim kim bilir. Fatma geç kalıyor bugünlerde. Gittiği evlerden biri geç bırakıyormuş. Elin işi bitmez. Puşt Ali, Kel `in kulağına o değilden fıs diye bir şey deyip kalkıp gidiyor az biraz sonra. Giderken dönüp bana mı bakıyor bir tuhaf? Çayım bitiyor. Kahvenin içi duman. Tablalar kül izi. Adam teri kokusu duvarlar. Pis yaka, eprimiş pantolon kokusu. Camlar yavaştan buğulanıyor. Fatma geçiyor yolun öte yanından. Adımları telaşlı sanki. Bakakalıyorum. Bir çay daha getirip önüme koyuyor Süleyman sualsiz. İhtiyarlar ajansı açtırıyorlar. Fatma geç geleceğim, diyor. Salmıyor hanım yediden önce. İşi batasıca. Kadınlar geçiyor sokaktan hızlı adımlarla. Adamlar geçiyor yorgun, çelimsiz. Avurtları çökük çocuklar. Kediler, uyuz bir köpek… Fatma’m. Arkasından Puşt Ali. Eski zaman hayaletleri gibi. Cam buğu, içerisi duman, içim duman…
Eve vardığımda terliklerimi giyiyorum. Ayaklarımdan bir kokudur nevşediyor. Olsun. Mutfaktaki boş sandalyeye oturup ekmeğin ucundan bölüyorum. Kuru kuru yutamayınca biraz peynir koyuyorum arasına. Bir bardak su içiyorum üstüne. Fatma gelince kızacak kırıntılara. Karınca doluyor ev. Yarın yine seçerler mi ki acep işe. Süklüm püklüm durmamalı köşelerde. Kapıda anahtar sesi. Ev soğuk. Odaya geçip üstünü başını çıkarıyor. Of çekip bilmem kim hanıma söyleniyor. Mutfakta boş sandalyenin birine çöküyor. Ama yanakları al al. Üşüdüm az biraz ya ondandır.
Gece bitmiyor. Pencerenin önünde dikiliyorum. Sigaranın bini bir para. Soba sönmüş çoktan. Fatma yorganın içinde mırıl mırıl. Arada horluyor. Hep yorgunluktan. Yoksa anlamazsın uyuyup uyumadığını. Mutfağa seğirtiyorum. Işığı açıyorum her sabah yaptığım gibi. İki sandalye hala aynı yerde. Tezgâhın altındaki örtüyü açıp ekmek bıçağını alırken de – altı suları- bir şeyim yok…
Bir cevap yazın