İşte tüm hepsi şurada az ötemde oturmuş güzel bir manzaraya karşı kahvaltı yapıyordu. Ben
köşeden onları izlerken payıma düşecek bir kaç parçanın hayalini kuruyordum. Durgun bir
sabah sonrasıydı gün öğleye ulaşmak çabasıyla ilerliyordu. Sıcak havalarda zaman daha yavaş
akardı. Güneş, gölgesini düşürdüğü her şeyi hareket kabiliyetini azaltacak derecede yakar, biz
öğle uykuları için en kuytu köşeyi seçme arayışı ile dolaşırdık. Bugün hiç bir şey yiyememiştim
bu uğradığım kahvaltı sofralarının üçüncüsüydü. Hayat pahalı bir hal aldığından mıdır,
insanlar ucuzladığı için midir bilmem yalvaran gözlerle baktığım hiç kimse bana karşılık
vermedi. İlk iki sofradan kovuldum. İlkinde sert bir sesi sert adımlar izledi ardım
sıra,ikincisinde alaylı bir gülüş gururuma dokundu, ardım sıra gelen adımları beklemeden
uzaklaştım. Gurur yapmak için fazlasıyla yaşlandığımı söyleyen arkadaşlarım oldu, yüzsün
olmalıymışım ayaklarına dolanmalıymışım kovuldukça, yapamadım, yapamıyorum. Büyük
şehirlerde,- hemcinslerimin apartman dairelerinde yaşadığı kadar büyük şehirlerde- böyle
oluyormuş. Duydum sadece, inanamadım. Ben burada öleceğim, bu dağ köyünde, belki
manzaraya karşı, ama hız limitini çoktan aşmış bir arabanın altında kalmadan,rezilce ve
sahipsizce değil. Bu yaşlı düşüncelerimi, sofradan gelen bir kahkaha böldü, kendime geldim.
Bir kaç adım attım, durdum sonra. Belki bir kaç kahkaha daha gelir, belki neşesi artan
sofranın, belki bu yaşlı bedenim olduğundan şirin gözükür. Güneşin gazabına uğramayacağım
bir yere geçtim. Evin babası bir şeyler anlatıyordu, garip bir adamdı, ne hissettiğini pek
anlayamazdım, onu gördüğüm tüm sabahlar kızgın gibi dururdu, ama bağırmazdı. Çoğu sabah
sırtında giymediği omuzları üzerine kondurduğu bir hırka bulunurdu. Pek konuşmazdı,
konuştuğu vakitler sessiz konuşurdu. Her zaman bir sır anlatıyor gibiydi, titiz bir ses tonu
vardı. Karısına bir şeyler söylüyordu, çocuklar (artık çocuk sayılmayacak kadar büyüklerdi)
babanın söylediklerine pek aldırış etmiyormuş gibiydi. Hayalleri kısıtlı olduğundan ya da para
ölçüsünde hayal kurulduğundan pek farklı şeyler anlatmazdı. Evin üzerine iki kat daha
çıkacak, emekli olunca bin dokuz yüz yetmiş beş model bir Mercedes alacak ve evlendirdiği
üç çocuğundan yoksun karısıyla bu evde, -manzarası evden daha güzel- bu evde yaşayıp
gidecekti.
Çocukların en büyüğü bakışlarını bana çevirdi, pek sevmezdi beni bilirdim. Olduğum yere
iyice çöktüm. Bakışları başka yöne kaydı, rahat bir nefes aldım, pek görmezdim onu. Yılda bir
iki kez gelir bir ay kalır giderdi. Bu evdendi ama değil gibiydi. Gitmeye başladığı ilk zamanlar,
ben daha gençtim, güneş bu kadar yakmazdı beni. Hiç bu saatlere kadar aç kaldığım olmazdı.
Benimle beraber o da değişmişti, gittiği ilk zamanlar daha çok konuşurdu, sakalları yoktu
evden valiziyle çıktığı ilk gün ve saçları daha çoktu. Çok kereler elinde kitaplarla görürdüm
onu, bazen de anlamsız cümleler kurardı kitaplara bakarak, bahçede kimseniz olmadığı
zamanlardı bunlar. Hiç bir şeyle alakalı olmazdı söyledikleri, birden başlardı ama kulağa hoş
gelirdi. Bazen delirdiğini düşünürdüm, bir keresinde duyduğum seslerin içinde en yükseğiyle
bağırdı bir yaz sonuydu camlar kırıldı sonra, o günden sonra sert bakışlı bu yabancıdan daha
çok korkar oldum.
En çok evin tek kızını severdim, pek neşeliydi konuşunca uzun uzun hayat dolu konuşurdu iri
gözleri vardı, simsiyahtı saçları elektrik direğine tırmandığım gençlik günlerinden birinde
görmüştüm saçlarını, o son görüşümdü , saçları bir örtünün altında dururdu hep. Bazen acırdı
halime yemek verirdi, yediğim yemeklerin en iyisini onun elinden yemiştim. Evin annesi de
garip huylarını kocasından almış gibiydi. Her sabah gün henüz doğmuşken evin kapısını aralar
dua ederdi. Kapı kapanırdı sonra. Sonrasını hep merak ederdim, pencereleri kontrol ederdim,
açık perde araları arardım, hiç bulamadım. Aramadım sonraları. Zaten sonraları evin küçük
beyi bir düşman getirdi kapıya, dişleri çok sivri, tüyleri göz alıcı bir düşmandı, bir kaç kez
ağaçlarda aldım soluğu sonraları hiç uğramadım. Bir gece yarısı, adını bilmediğim kuşlar
korkunç çığlıklar atarken bir el silah sesi duyuldu. Vurulmuştu düşmanım, cansız bedenine
uzun uzun baktım sevindim mi bilmiyorum. Belki o zamanlar düşmanım bile olsa bir ölüme
sevinecek kadar cahildim, anımsamıyorum.
İyice mayışmıştım uyumak üzereydim bir ses tüm mayışmışlığıma son verdi
Gel pisi pissi pisiiii
Uydum emre gittim, korkak dört adımdan sonra evin küçük beyinin ayakları dibine sığındım
şefkat beklemiyordum belki bir parça ekmek, bir dilim peynir…
Hiç biri olmadı, sıcak bir su ile irkildim, çok fena yanmıştım, güneş çok kızdırıyordu, belki bu
dağ köyünde ölecektim.
Bir ses duydum kaçarken, bağıran bir ses, bir baba sesi,
İnsan ol, insan…
Bir cevap yazın