renklerinin hepsi mutsuz
ve heves ruhunu şeytana satmış
daima yıpranıp duran kederli bir suç
sadece belleğinde mukaddes boşluklar kalmış
aferin ona
göğsünü toprağın ovduğu kabuslar
soluk soluğa bir sonbahar
süslü sümbüller
homojen teknoloji
ve at binen kelebekler
ranzadan düşüp kanadını kırmış
kırmış ama buraya kadar da kırık kanatla koşmuş
fezadan bir siren çalmış
ama bembeyaz bir Madrid akşamıymış
onun aklında ise jet gibi uçuşan jiletlerin arasından
bazı kozmik dualar fışkırmış
ve ayrıca onun kanunen herhangi bir yağmurda ıslanması da yasakmış
şımartacaksan safran kokulu bir otobüs biletini şımart
gibi bir şeyler zırvaladı
birbirinin içine geçmiş en az iki hakiki heyecana elbette isyan denirmiş
ne garip
kükürt kokuyor zaman
güneş denizden kıyıya sızan reçine
boğuldukça içinde yüzümün güldüğü girdap
madalyonlarımın hepsi karardı
isterim ki cesedimi o sazlıktan sen çıkar
çünkü bu ışıktan kopardığın güzellikle
anca bir tanrıça olmaya yetersin sen
yosunlarımı örtmüş yılan ölüleri
eskiden akşamüstü diye bir kelime vardı
hem de bir çok manaya gelen
ne tuhaf, artık hiç akşam olmuyor gibi değil mi
frengi dediğimiz şey
gerçekten kendi kanatlarınla
kendini boğmak mıdır
hiç merak etmedim
ve düştüğüm yere iyi bak
beni hep öyle işte beni hep öyle
sevdin
kuşku, insan olmanın en sağlam duyu organı
Aykut Akgü