Ayın soluğunu tutup ıssız şehri seyre daldığı bir akşam bu. Almış başını gençler sokak
aralarında aylak aylak gezerken sokak aralarında, çıkardıkları topuk sesleri yağmur
damlalarına karışıyor. İsmini anımsayamadığım kapkara bir ağacın altında uçmaya hazırlanan
bir karga gibi tünedim, bekliyorum. Önümde bir asfalt kokusu yol boyunca uzanmış, defne
yapraklarına karışıyor ve ben gökyüzüne bakıp soğuğun içime tesir etmesini izliyorum.
Derken bir minibüs geçiyor önümden önce sesi duyuluyor, uzuvlarıma kadar hissediyorum.
Sonra duruyor ve direksiyon başında Anadolu ruhlu ayyaş serserinin teki beni süzüyor.
Tereddütlü bakışlarım adamın suratında yeni bir şekil oluştururken adeta el kol hareketleriyle
beni minibüse davet ediyor. Ardından yollara düşüyoruz uzun yollara. Sabah akşama
dönüşüyor. Aydınlığın yerini karanlık alana değin biz gene aynı iki koltuk arasında oluyoruz
fakat hiç konuşmuyoruz. Dilimiz birbirine düğümleniyor, soluğumuz kesiliyor gene de iki
kelimeyi bir araya getiremiyoruz. Hatta yağmur diniyor ben çoktan güvercin olmuş, buğulu
camdan gökyüzüne haykırıyorum. Bir rüzgâr esiyor, pencerenin ağzından soluğuyla
dolduruyor içimizi. Kendimizi ona teslim ediyoruz tıpkı bir tutsak gibi. Kelepçeli ellerimizi
kelepçeli boyunlarımızda taşıyoruz. Olmayan ruhumuza ve olmayan bedenlerimize ilmek
ilmek işliyor. Lakin soğuk umurumuzda bile değil çünkü durduruyoruz minibüsü yol
ortasında ve onu görüyoruz. Ruhu çehresinden edalı, siyah şapkalı, asaletine ab-ı hayat
olunmuş o insanı. Gözlerimiz yuvarlarından fırlayana değin ona bakıyoruz. Kilitleniyoruz,
anahtarımız kaybolmuş, onda arıyoruz. Kafamızın içi solmaya hazırlanan bir bahçeyken, bir
yolcu bir hancı aynı sevdaya kucak açıyor ve aynı sevdanın kuyusunda buluyoruz kendimizi.
İçimizin kavurucu çölüne hayat olacak sesi, ateşin içindeki serinliği, bir damla sudaki
derinliği arıyoruz. Lakin o edalı ifade bizimle ilgilenmiyor, gizli sisler ardından kaybolup terk
ediyor bizi. Ardından bakıp kirpiklerini savurduğu yollarda onun izini sürüyoruz yol boyunca.
Biz aradıkça küçülüyor minibüs, ufacık kalıyor ulaşamıyoruz yolun sonuna.
Belki de bunların hiçbiri olmuyor ve olmayacak
Belki aslında başından beri “İz bırakmaz bir silgiyle önce silindi ismimiz, sonra kör kalemle
geçildi üstünden.”
Belki hala ağacın altında karga gibi tünemişken uyuyakaldım ve her şeyi unuturcasına
üşüyorum. Ruhumu teslim ediyorum bilmediğim yerlere.
Belki böyle olacak ve olmalı… Bilemiyorum…
Ebrar DOĞAN
Bir cevap yazın