Nihayet sıra bize geldi. Abla bu zamana kadar kimleri kimleri yazmadı ki. Üzerine alışveriş
listesi yazılan ama piyango bileti olmayı hayal eden kırpılmış eski takvim yaprakları, açık alandaki bir
barda kokteyl bardağını süslemeyi düşleyip diğer içki bardaklarındaki portakal ananas dilimleriyle
sohbet etmek isteyen tranş limonun çekirdeği, tiyatroda oynamak için terlik dolabında ümitle
bekleşen ablanın babasının eski pantolon kemerleri, geçmişinin izini süren küçük ahşap kurdu, bulaşık
makinesinde unutulup duran tahta saplı kasap bıçağı daha kimler kimler…Ve işte büyük gün geldi
çattı. Hani ablanın “Firari Gofret Kağıdı” adlı kitabının ilk hikayesi “Ev Kazası” var ya. Biz onun
sonundaki kayalıklardan atlayıp ilk kez okyanusta yüzecek mahsusçuktan yavru penguenleriz. Ben
mavi, kırmızı, sarı ve siyah kardeşlerim.
İşte biz o başka hikaye konusuyuz. Siyah dürtükleyip duruyor beni. “Ne diyorsun fısır fısır hiç
anlamıyorum”. Ha biz o başka hikaye konusu değilmişiz. Öyle söylüyor. O zaman ablanın yıllar önce
muhasebe bürosunda çalışırken onu adliyeye gönderdiklerinde görüp üzerindeki cübbelerinden
dolayı biz penguenlere benzettiği avukatların hikayesiyiz(Doksan dört sonbaharında benzetmeleri
keşfetmiş o sonbahar çok bereketli geçmişti bir şeyi bir şeye benzetip cümleler yazma açısından.
Otobüste, haftasonu gezmelerinde gördüklerini, büroda pencereden gördüğü o büyük ağacı, Ticaret
Sicil Odasının ışıklı aynalı asansörünü ve daha bir çok şeyi yazmıştı.) Avukat cübbesi deyip geçmeyin.
Üzerindeki renklerden cebinin olmamasına kadar öyle anlam yüklü ki.Her cübbenin aynı olması her
avukatın yasalar ve adli makamlar önünde eşit olduğunu, cebinin olmaması kamu hizmeti gördüğünü
ve düğmesiz olmasıysa bağımsız olmasını ifade eder. Cübbede yeşil kısım hukuk davalarını, kırmızı
kısım ceza davalarını, sarı şeritler idari davaları ve siyahsa adaleti temsil eder. Bütün renkler
karıştırılınca siyah elde edilir. Renkler siyah içinde erimiştir. Siyah cübbe de adaleti temsil ettiğinden
her şey adalet içinde erir. Onların da hikayesi değil miymişiz? Peki biz kimin hikayesiyiz?
İş gücü bilmem kaç katlı binalarındaki işyerlerine her gün aynı saatte yürüyen merdivenle
çıkar. Mesai saatleri arasında monoton bir şekilde çalışır. Ama bir gün tıkır tıkır işleyen üretim zinciri
durur. İş gücünün rutini bozulur, müdahalelerle tekrar sürekliliği sağlanır. Sonra yine aynı yerde aynı
şey olur. Yine müdahaleyle devam eder. Üretimin kesintiye uğraması zaman kaybettirir. O da üretim
hacmini aşağı çeker. İşveren üretim hacmini yükseltmek için değişiklikler yapmalıdır: Kişilerin
çalıştıkları alanı genişleterek onları özgürleştirmelidir. Başarılarını ödüllendirmelidir. Grup
çalışmalarıyla çalışanların birbirlerini daha iyi tanımalarına imkan sağlamalı aralarındaki ilişkiyi
güçlendirmelerine yardımcı olmalıdır. Özel günleri çalışanlarla kutlayarak onlara yalnız olmadıklarını
hissettirmelidir.
“Dur babacım. Penguen kendi çıksın merdiveni”
“Ama ne dedim babacım ben?”
“Kapatayım oyuncağı, öyle çıkar pengueni merdivenden annecim”
“Eveet, bak ne güzel!”
Bir süre sarı saçlı küçük oğlanı izler anne babasıyla annesinin halası. Sonra tekrar “on”a
getirirler ibreyi.
“İşte burada takılıyor. Çünkü kaydırak alçak”
İttirir siyah pengueni küçüğün babası penguen kaymaya devam eder. Sarı, kırmızı, mavi
penguenleri de merdivenin alt basamağına yerleştirir, penguenler birbirinin peşisıra çıkarlar
basamakları. Arka arkaya kayarlar, yine altta bir yerde dururlar.
“Böyle olmayacak” Baba oyuncağı kapatır. Kaydırakları hem gözden geçirir hem elden.
Çalıştırır.
“Aaa bravo! Canavar gibi olmuş.” der hala.
“Tam oturmayan iki yeri vardı. Düzeltince oldu” der küçük oğlanın babası.
Bir süre yüzleri mutluluktan aydınlanmış masanın çevresinde, basamakları tırmanıp döne
döne kaydıraklardan kayan dört pengueni izlerler.