Güneş henüz doğmuş, sokaklar ufak ufak nefes almaya, canlanmaya, yaşam belirtileri göstermeye başlamıştı. Çalar saat’in çığlık çığlığa bağırması ile uyuşuk ve kör bir el tarafından susturulması bir oldu. Fikret, yorgan döşek bileşkesinin terekküp ettiği sıcağa kanıp, üşengeç bir tavırla yorganı biraz daha başına çekti. Bir iki kıpırdanıp keyfini çıkarabileceği en uygun pozisyonu alma gayretinde iken, Bahriye ve dernekten arkadaşları ile katılacağı mitingi hatırlayıp vazgeçti. Daha miting için toplanmalarına iki saat vardı, ama atacakları sloganlar, çekecekleri halaylar ve ömrünü adadığı, sınıfsız, sömürüsüz, adil bir düzen hayali.. üzerindeki üşengeçlikten sıyrılıp, dipdiri bir heyecanla yataktan çıkmasına neden oldu.
Elini yüzünü yıkadıktan sonra üstünü giyindi. Mutfaktan gelen seslere bakılırsa, annesi sabah namazından sonra uyumamış olmalıydı. Önce kumandayı alıp televizyonda haber programlarına bir göz atmayı düşündüysede, vazgeçip nişanlısı Bahriye’nin evden çıkıp çıkmadığını kontrol etmeye karar verdi. Telefon bir kaç defa çalmasına rağmen yanıt vermeyince, hayal kırıklığı ile kapatma tuşuna basacaktı ki, karşıdan Bahriye’nin uykulu bir tonla “Alo” diyen sesini duydu. “Aşkım daha uyanmadın mı? ” kısa bir duraksama ve uzun bir esneme sesinden sonra, Bahriye yanıt verdi. “Nooldu ki geç mi kaldım? ” dedikten sonra telefonu kulağından alıp ekranına baktı “Fikret saat daha sabahın dokuz’u. Hafta sonu da sabahın bi körü uyanacaksam ne zaman uyuyacağım, söylermisin? ” dedi. Fikret biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Bir haftadan beri gerek Dernekte arkadaşlarıyla, gerekse Bahriye ile başbaşa yaptıkları sohbetlerin, ana konusu bu miting idi. 7 Haziran seçimlerinde, siyasi arena’da elde edilen büyük başarının, silahlı iki örgüt eliyle heba edilmesine izin veremezlerdi. Ülke’yi, bir Kasım’da tekrarlanacak seçimlere, silahların yeis veren havasından kurtarılmış bir halk’la, daha umut vadeden, barışçıl bir iklimde götürebilmek için, bu miting büyük bir fırsattı. Fikret hissettiği hayal kırıklığını belli etmeyen gayet anlayışlı ve yumuşak bir ses tonu ile “hayatım saat dokuzu çeyrek geçiyor. 45 dk.sonra millet toplanmaya başlayacak geç kalıyoruz.” Dedi. Şimdi şaşırma sırası Bahriye’de idi çünkü bildiği kadarı ile miting saat 11’de başlıyordu. Acaba Fikret erkenden buluşup, arkadaşları kendilerine katılmadan önce başbaşa kalmanın keyfini mi, çıkarmak istiyordu. “Aşkım vakit daha çok erken. Nerdeyse bir buçuk saat var. Hem zaten maltepe’den Sıhhiye kaç dakika?” Evet Bahriye’nin rahatlığının sebebi şimdi anlaşılmıştı. Demek ki; kalabalığa miting alanında karışacaklarını düşünüyordu. “Hayatım biz arkadaşlarla program yaptık, pankartlar, dövizler hazırladık. Toplanma noktasında bir araya gelmezsek, sonradan birbirimizi bulmamız çok zor. Bu kadar hazırlığı da riske atamayacağımıza göre, lütfen bi an önce evden çıkarmısın?” Fikret’in sözleri ile Bahriyen’in programı yekten tuzla buz olmuştu. Bu gün hafta sonu olduğu için kahvaltıyı ailece yapmayı planlamış, günün geri kalanında zaten Fikret ile beraber olacağından bu şekilde anne, babasının da gönlünü almış olacaktı. “Ya Fiko’cuğum ben kahvaltıyı bizimkilerle yapmayı düşünüyordum. Babamlar daha uyanmamıştır bile.” Fikret bir oktav daha kalın ve gergin bir sesle “Tamam aşkım ben gelirken kahvaltılık birşeyler alırım, babanları da miting alanından arar haberdar ederiz, ama ne olur daha fazla uzatmayalım. Bütün pankartlar dövizler bende ve ben de gecikiyorum.” Fikret’in yavaş yavaş gerilmeye başladığı belliydi. Normal hayatında gayet mülayim sevecen ve saygılı biri iken, idealize ettiği devrim düşüncesi söz konusu olduğu zaman, bir anda kimlik değiştiriyor, sekter bir hüviyete bürünüyordu. Bu anlarda kendisine dışarıdan bir yabancı gözüyle bakabilse belkide karşısına aldığı, mücadele ettiği zihniyet ile hiç bir farkı olmadığını görebilecekti.
Bahriye diretip karşılıklı kırılmaktan ise Fikret’in suyuna gitmeye, takındığı inatçı ve anlayışsız tavrını bugün görmezden gelip, hesabını yarına bırakmaya karar verdi. “Tamam tamam çıkıyorum. Nerde buluşacağız, sen onu söyle.” Fikret, nişanlısını ikna edebilmiş olmasının sevincini bastırıp, gecikebilecek olmanın korkusu ile çabucak Bahriye’yi bilgilendirmeye koyuldu. “Bizim ekip Yüksel caddesinde buluşup Tandoğan’dan gara geçecek, Sen şimdi Hazal’ı ara, seni de koç Yurdu’nun önünden alsınlar.” “Tamam. O zaman Gar’da görüşürüz. Hadi çok öptüm. “Deyip kapattı Bahriye.
Fikret miting alanında açılacak pankartları ve taşınacak dövizleri arabaya akşamdan atmış olduğu için kendisini tebrik etti. Aksi takdirde gar’a vaktinde Yetişmesi mümkün olmayacaktı. Gerçi şu anda da vaktinde orada olabileceğinin bir garantisi yoktu ya, gene de zihnindeki endişeleri geriye itip annesi ile vedalaşmak üzere mutfağa yöneldi. Tahmin ettiği gibi annesi namazdan sonra uyumamış, güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı.”Günaydın anne” annesi kendisini işine o kadar kaptırmıştı ki birden irkiliverdi. “Günaydın, annesi’nin bi tanesi, hadi sen sofraya otur ben Baba’nı uyandırayım.” Fikret hemen mani olurcasına önüne geçti. “Sağol anacığım, siz kahvaltıyı babamla yapın, ben geç kalıyorum. Bahriye’de arkadaşların arasında sıkılmasın şimdi. Hazal’dan başkasını tanımıyor zaten.” Deyip tabaktaki böreklerden birine uzandı. Annesi’nin yüzü Gölgelendi. Bir kaç günden beri, adını koyamadığı, anlam veremediği duygu şimdi bütün sahiciliği ile yüreğinin orta yerinde korku diye atıveriyordu. “Oğlum gel vazgeç şu sevdadan, Bahriye’yi de ara, O’da atlasın buraya gelsin, hem hep beraber güzel bir kahvaltı yaparız, hemde beladan uzak keyifli bir gün geçiririz. Ne dersin?” Benzer sözleri daha dün babasından dinlemişti, büyüklerin bu kadar korkak ve çekingen davranması, kurtarılacak bir gün uğruna, belki de on yılların feda edilmesi Fikret’i rahatsız ediyordu. Gelecek güzel günlerin ancak bu gün ödenecek bedellerle mümkün olabileceğine daha ailesini bile ikna edememişken, bütün bir Ülke’yi ikna’ya kalkışmak…belki de en büyük ironi buydu. “Anacığım sizin nesliniz üzerine düşeni layıkıyla yerine getirmiş olsaydı, belki de bu gün meydanlarda olmak yerine yanınızda olur, hep beraber o dediklerini yapıyor olurduk” diyecekti ki vazgeçti. “Tamam anneciğim sen hiç merak etme, zaten biz fazla kalmayacağız, bir iki saat arkadaşlara takılıp ayrılacağız. Bahriye’de bir yerlere gidelim diyordu, belki sinemaya gideriz.” Annesi her ne kadar ikna olmasa da, üstelemektende çekindiğinden sessiz kalmayı tercih etti. Fikret annesini öpüp kapıya yöneldi. Ayakkabılarını giymiş elini montuna atmıştı ki annesi bir şey hatırlamış gibi, “dur bir dakika bekle deyip salonun kapısında kayboldu. Tekrar belirdiğinde elinde zinciri sarkan bir nesne vardı. “Gel şu cevşeni boynuna takayım” Deyip, Fikret’in boynuna uzandı. Fikret montunu giyerken, annesi ikinci bir cevşen uzattı. “Al, bunu da Bahriye kızıma almıştım. Ne olur ne olmaz. Rabbim ikinizi de kazalardan belalardan korusun.” Fikret arabasını çalıştırdığında annesi de pencerede arkasından okuduğunu üflemekteydi.
Haftasonu olmasının avantajı ile yeni belediye binasına kadar hiçbir sorun yaşamadan gelebilmişti, ama burada yol kapalıydı. Arabayı parkedebileceği bir yer de yoktu. En iyisi ne yapabileceklerini kararlaştırmak için arkadaşlarını aramaktı. Elini ceket’inin cebine attı, ancak eline gelen tek şey annesi’nin Bahriye için almış olduğu cevşen oldu. Diğer eli, öteki cebine yönelmişti ki…büyük pir patlama sesi ile irkiliverdi. Önce arabadaki sarsıntıyı hissetti, ardından caddeye yağan cam parçaları ile birden olayın idrakine vardı. Bir bomba patlamıştı. Siyah ama göğe doğru yükseldikçe gri’ye çalan duman’a bakılırsa patlama noktası gar’ın olduğu yer olmalıydı, yani miting’in toplanma noktası. Fikret artık ne düşüneceğini bilemez bir haldeydi. Zihninin bir yanı annesi’nin endişe yüklü kelamları ile boğuşurken, diğer yanı Bahriye’nin miting’e Sıhhiye’den katılalım diyen sözleri arasında gidip geliyordu. Ezim ezim ezildiği suçluluk duygusu, bir yandan korkularını beslerken diğer yandan iri siyah bir kemirgen misali umutlarını tüketmekteydi. Rehbere girince ilk işi son aramaları tuşlamak oldu. En üstte Bahriye’nin ismi vardı. Derin bir nefes aldı ve korkularını görmezden gelerek, içinde tükenmeye yüz tutan son umut ışığına tutundu. Yeşil arama simgesine dokundu. Neredeyse sonsuza denk gelen bir beklemeden sonra, karşı taraftan bir kadın sesi duyuldu:”aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.”
Fikret, elinde cevşen, kulağında telefon boş gözlerle tren garına bakıyor, uzaklardan belli belirsiz Siren sesleri duyuluyordu.
Tarih:10 ekim 2015’i, saatler;10:04’ü gösteriyordu.
Bir cevap yazın