Hominidden Homo sapiense uzanan evrim yolculuğu tarihine bakacak olursak; hikayenin iki ayak
üzerinde doğrulma ve ellerin boş kalmasıyla başladığını görürüz. Bu olay başlangıç olmasından da öte
insanın en büyük organik devrimidir aslında. Çünkü boş el imgesel manada, sonsuz tasarım ve üretim
imkanı demektir. Demek ki insan her şeyden öte bedensel bir devrimle çıkmıştır yola. Buradan anlıyoruz
ki insanın ilk devrimi akılsal değil, bedenseldir ve bu yazıdan sonra literatüre, “Boş El Devrimi.” olarak
geçecektir. İnsan boş el devriminin hakkını başka hiçbir devrimde olmadığı kadar hakkıyla vermiştir.
Bundan sonra insanlık tarihi, emeğin, üretmenin ve zorunlu olarak düşünmenin ve tasarımın tarihi haline
gelmiştir. Her devrimde olduğu gibi “Boş el devrimi” de en başından beri karşı devrimlerle
yavaşlatılmaya, sekteye uğratılmaya hatta durdurulmaya çalışılmıştır. Bu karşı devrim girişimlerinin tikel
manada her zaman başarılı olduğu da ne yazık ki görülmüştür.
Yazımızın başlığındaki, eskilerden neden nefret etmeliyiz sorusuna dönecek olursak, yanıt açıktır;
çünkü eskiler, boş ellerimize sürekli olarak bir şeyler tutuşturmaya çalışarak, ellerimizle aklımız
arasındaki işlevsel bağı koparmaya çalışırlar da ondan. Bu tamamen muhafazakar bir tutumdur. Zaten
başlıkta geçen eskilerden kasıt, bazen dede, bazen baba, bazen kanaat önderi sıfatları ile karşımıza çıkan
aşırı muhafazakar ve dayatmacı tiplerdir. Bazen bir örfle, bazen atasözü dedikleri bir düşünce kalıbıyla,
bazen bir bayrakla, bazen de dini bir metinle gelirler ve bunları ellerimize tutuşturup, “Buna sıkıca sarıl ve
sakın yere düşürme!” derler. Hatta daha da ileri giderek, “Sen düşsen de bunları sakın düşürme.” dedikleri
olur. Bu isteklerini temellendirmek için argüman olarak genellikle metafizik hikayelere ve mitolojik
anlatılara başvururlar. Mesela, muharebe meydanında ölse de taşıdığı bayrağı ya da silahı elinden
bırakmayan asker hikayeleri gibi. Eskilerin bu türden tekliflerini kabul eden herkes için, “Boş el devrimi”
akamete uğramış olur ve kişi, birey olmaktan çıkıp bir nevi erdem taşıyıcısına dönüşür. Bu dakikadan
sonra devrim, o kişi özelinde boşa çıkmıştır. Her ne kadar iki ayakları üzerinde duruyormuş gibi
görünseler de bu manada iki eli de dolu olan taşıyıcı insan, devrimi de evrimi de tersine çevirmiştir.
Boş el devriminin en çok akamete uğradığı alanların başında edebiyat gelir. Bu durum hem
yazarlar hem de okurlar açısından geçerlidir. Yazarlar açısından bakacak olursak, yazmaya yeltenen
herkesin eline eskiler tarafından hemen, edebi türler, edebi konular, edebi akımlar, ölçüler, uyaklar ve
birçok şey tutuşturulur. Hal böyle olunca, yazma hevesiyle ortaya çıkanlar aslında çoğu zaman ellerine
tutuşturulan şeylere hamallık etmekten fırsat bulup da edebiyata vereceklerini, daha doğrusu vermek
iddiası ile geldikleri şeyleri asla veremezler. Artık diğer benzerleri gibi sadece ellerine tutuşturulan şeyleri
ve muhafızlığı öven şeyler karalar dururlar. Ne adına? Tabii ki erdem için. Bundan sonra, yaratıcı
heveslerini, anlamsız bir ödevle takas etmiş ve zavallı bedbahtlara dönüşmüşlerdir.
Okuyucu açısından da durum pek farklı değildir. Kitap okuma eylemine girişmeye niyet eden
birisinin elleri hemen, Balzac, Dostoyevski, Yaşar Kemal, Orhan Veli, Cemal Süreya, Nazım Hikmet
kitapları ile doldurulur. Bahsettiğim isim listesi uzatılabilir. Bu isimlerin ortak özellikleri isim yapmış
isimler olmalarıdır. Cemal Süreya, Turgut Uyar, Cemal Safi elbette değerli şairlerdir fakat yanlış okuma
alışkanlıkları nedeniyle “Boş el devrimine” karşı yapılan karşı devrimde toplumsal tıkaç olarak işlev görür
ve devrimi engellerler. Bunu okuyucuların ellerini doldurup akıllarını izole ederek yaparlar. Okuma bahsi
açıldığı zaman herkes eline bakar, eli dolu olanlar kapalı bir sistem içinde sonsuz hürriyet yanılgısı ile
aynı yazarlar etrafında gider gelirler. Elleri boş olanlar ise bir uçtan bir uca bütün kitap raflarını dolaşır ve
özgür seçimlerde bulunurlar. ( Zaten okuyan sayısının gittikçe azaldığı bu zamanda, okura fazla
yüklenmemek adına bu bahsi uzatmıyorum.)
Tolstoy, Savaş ve Barış isimli eserinde, geri çekilirken, ele geçirdiği ganimetleri bırakmak
istemediği için yavaş hareket eden ve bu yüzden Rus hafif süvarilerinin vurkaçlarına uğrayan Napolyon
askeri birliklerini, ağacın altına bırakılan fındıkları ellerinden bırakmayı akıl edemedikleri için fındık dolu
elleriyle ağaca tırmanamayan ve bu yüzden avcılara kolayca yakalanan maymunlara benzetir. Elin
boşalınca şunu da yapıver deriz. Boşuna değil, aktif olabilmenin, yapan ve eden olabilmenin ilk şartı eli
boş olmaktır.
Boş el devrimine sahip çıkın. Kitapları ellerinde taşıyanlardan olmayın. Sadece kitapları değil,
hiçbir şeyi elinizde taşımayın. Ellerinizi ve zihninizi sürekli meşgul edecek muhafızlıklara razı olmadan
önce düşünün. “Bunlara sahip çık.” denilerek uzatılan şeyleri sakın ola peşin peşin kabul etmeyin. Bir yer
göstererek nazikçe, “Şuraya bırakabilirsiniz, uygun bir zamanda bakar değerlendiririm. Orada dursun, göz
kulak olmaya çalışırım.” deyin veya aklınıza gelen daha uygun bir şeyler söyleyin. Ellerinizi sürekli
meşgul eden her şey zihinlerinizin prangasıdır, unutmayın. Tersi de doğrudur.
Bu deneme yazısını, kitapları çok az okunan bir yazar olma heveslisinin dolaylı sitemi olarak da
okuyabilirsiniz.
Not: Başlıktaki “Nefret” sözcüğüne takılmayın lütfen. Mümkünse kimseden de nefret etmeyin. Sözcük,
provoke amaçlı kullanılmıştır.
Nisan 2023/ İzmir.