Sıcak bir haziran günü eski model bir minübüsle bir şehirden diğerine inşaat işçisi olarak götürülürken,su içmek için araba bir hayratın başında durdu.Yandaki tarlanın ortasında yan yana kurulu iki çadır ve bir çığlıkla beraber gözümüze çarpan tarlanın orta yerinde iki kadın vardı.Koştuk elbette yanlarına, kadınlardan biri bayılmıştı,çadıra taşıdık ve su verdik,bir süre sonra kadın kendine geldi. Önemli birşeyi olmadığı zannına vardık.Muhabbetde öğrendik ki çoluk çocuk hepsi Urfa’dan gelmiş mevsimlik buğday işçileriydi.Kısa süre muhabbet ettikden sonra suyumuzu içip yola koyulduk.
Yolda düşünmeden edemiyorduk,gerçekten iyi miydi kadın emin olamamıştık.Ya önemli bir rahatsızlığı varsa,ne yapardı ve asıl soru herhangi bir güvencesi var mıydı? Birbirimizden hiçbir farkımız olmadığı için muhtemelen sosyal güvencesi yoktu.Orada çalışan herkes sosyal güvence ve iş güvenliği açısından aynı durumdaydı.
Herkesin bu durumdan rahatsız olduğu da su götürmez bir gerçekti .Siyasal okuyor olmanın yanına sosyalistlik de eklenmeye dursun gözümüzün önünden yerelden genele doğru büyüyen müthiş bir örgütlenme şeridi geçivermişdi bir kere.Aynı zamanda o dönemde yine nur topu gibi bir yasamız olmuştu.Yasa sigortasız işçi çalıştırana ceza öngörmekle beraber artık işçi ”ben istedim ,yardım ediyorum” gibi bahaneler üretmek zorunda bırakılsa da niye izin verdin diye müteahhit firmanın yakasına yapışılacak diyordu. Yaptırımları ve verilecek ceza miktarının da az olmayacağı caydırıcılığını artıracaktı. O gün eve gelir gelmez arkadaşlarla konuşuldu anlaşıldı ve tarladaki mevsimlik işçilerle röportaja bir grup arkadaş yollandı.Bizde boş durmayacaktık elbetde ertesi gün inşaat da arkadaşların karşısına dikilecek bu güvencesiz çalışma koşullarını yasadan aldığımız güçle değiştirecektik.
Evet zor şartlarda pislik içerisinde kötü yemeklerle sigortasız ve iş güvencesi olmadan çalıştırılabilirdik ve hepsine kısmen katlanabilirdik ancak geneli Kürt olan bir işçi grubu olarak asla çay molamızdan taviz veremezdik. On çayında rütbesiz ve amatör işçiler olmamıza rağmen bir bardak hızlı hızlı içilen çaydan sonra cesaretimizi toplamıştık .Konuya hızlıca girdik.
– Ya Halo bu ne rezilliktir.Bak yasa çıkmış sigortasızsan şikayet ediyorsun cezayı mütahite kesiyolarmış .Söyleyelim sigorta yapsınlar. Yav düşsen sakat kalsan kimse yüzüne bakmaz.Ölsen tazminat bile yok arkandakilere .
Halo Selim ;
– Valla keko ben her boynumu kaldırdığımda vurdular köküne.Böyle çok kafanı kaldırdı mı vururlar boynunun köküne.Gençken 4 yıl yattım .Bende iyi bilirim bilirim de…
İnşaattaki lakabımızla ‘iki öğrenci’ yani biz ve bir de Seyfi diye bir arkadaş üçümüz aradık memurları adresi verdik ve sigortasız işçi çalıştırıyorlar dedik. Yaklaşık iki saat geçtikten sonra geldiler,ne yalan söyleyeyim bizde inanamadık.
Takım elbiseleri yeni kunduralarıyla biraz dönemeçli olarak da olsa girdiler inşaata. Selamlaşma ve kolay gelsin faslı ardından can alıcı ”sigortanız varmı” sorusu sonunda geldi. Biz üçümüz birden yok dedik,buna binayen mütahit arandı. Mütahit ile mühendis geldi.Bu sırada görevli isimlerimizi de aldı,İş verenler kıpkırmızı tabi .biz üçümüzse muzaffer bir edayla işimize döndük.
Akşam eve dönerken ne kadar ceza verdilerin makarasını yapıyorduk.Seyfi kahkaha atarak ’’Halo nasıl koyduk ama! ‘’ dedi.Herkes eşlik etti o güzelim kahkahasına.Dönüş yolundan tarlaya kadar minibüs panayır yeri gibiydi.Tarlanın yanından geçerken çadırların toplanılmaya çalışıldığını gördük. O an anlam verememiştik toplanmalarına sabahki ablaya birşey olduğunu düşündük. Bizi işe götüren taşeron Ramazan Ayı olması vesilesiyle iftara geç kalacağım diye durdurmadı arabayı.
Eve vardığımızda öğrendikki ropörtaj olduğunu öğrenince tarla sahibi muhabbetin ortasına dalmış biraz hır gür derken polis çağıracağım,arsamdan çıkın naraları atarak kovmuş arkadaşları. Üstüne birde ‘’ Ben iyilik yaptım Allah rızası için iş verdim ekmek verdim. Duysalar Kürt çalıştırdığımı beni tefe koyar köylü bir de gazetecileri çağırmış nankörler’’ demiş.Araya girip yok biz kendimiz geldik demişlerse de inanmamış toprak sahibi . Sorumlu olmanın yüküyle evde bir matem havası vardı. Bunun üzerine aldığımız telefonla iyice üzüldük.
Halo Selim,hızlı hızlı konuşarak;
-Adam diyor ki bir daha gelmesinler. Keko iyi mi oldu şimdi,hadi sizi boşver,ulan bu zavallı Seyfi’yi de yaktınız, dedi.Telefonu suratıma kapattı .Odadaki herkes anlamışdı ne olduğunu,ne onlar sordu ne ben anlattım.
Günün sonunda biz kaybetmiş olmuştuk ve mütahit muzaffer edalar takınmıştı şüphesiz.Anlaşılan çok zor olmamıştı memuru ikna etmesi çünkü diğer işçiler devam ediyorlardı çalışmaya.Bir günlük çabamız iki aile ve Seyfi’yi işsiz bırakmıştı.İşçi için çıkarılan ama işçi aleyhine işleyen yasaları,sistemleri için yapılacak çıkarım çok da zor değildi. Her zaman konuştuklarımızı haklı çıkarıyordu yaşadıklarımız . Öncelikli gereklilik örgütlü olmaktı.
Bu hususta Börklüce Mustafa’nın,Torlak Kemal’in yol arkadaşları yoksul köylülerin,Tuzla’da boğazlandığı,asıldığı,kellerinin kesildiği günlerden beri Tuzla’da yoksul işçi kıyımı aralıksız devam etmektedir. Sadece günün şartlarına göre form değiştirmiştir. Ve yine Dede Sultan’ın dediği gibi tek çıkar yol ”Yarin yanağından gayrı her şeyde ve her yerde hep beraber” olabilmektedir.
Bir cevap yazın