Kan revan içinde kalmıştı. Avuçlarında tuttuğu yüreği, dostun dilden hançeri ile ikiye bölünmüş. Sevgi ile kaydedilmiş her hatıra, ihanete karışıp, nefesi kesilene kadar acı olup akmıştı avuçlarından. Kalpten kalbe giden yolun üstündeki tüm köprüler yıkılmış. Enkazın altında kalan yine bir kadın olmuştu.
Gece nöbeti ağırdır. Uyanık kalmayı başarabildiğin anların çoğunda, hayalle gerçek arasında bir çizgidesindir. Ayan vaktidir çünkü. Hissin vuku bulduğu inanmaya en yakın olduğun andasındır. Kaybolma zamanıdır. Gözün gördüğünden gönlün aradığına ulaşma zamanı.
Tüm hastaların kontrolleri tamamlanmış. Her şey yolunda gibi görünüyor. Hastanenin arkasında ki ormanlık alana bakan pencerenin önüne oturmuş. Sıcakta bir kahve yapmış kendine. Elinde bir kitap. Büyük meziyet doğrusu selüloz ve kahve kokusunu harmanlayıp hastanede olduğunu unutmak. Huzursuz gibi. Sadece yeterince masum olanlara bahşedilen sezgilerle boğuşuyor. Öyle ki fırladı fırlayacak yerinden, bedeni bile dar geliyor. Nedensizce kaçıp tek bildiği limana sığınmak istiyor. Kapısında geçen yazdan kalan terliklerinin olduğu evine. Böyle karardı mı insanın içi zamanda geçmek bilmiyor bir türlü. Bir kitaba bakıyor bir koridorun sonunda asılı duran saate. Hastane ilk kurulduğunda bağışçılardan birinin hediye edip kendi elleri ile astığı. Neresinden baksan antika artık. Romen rakamları kullanılmış. Eskimiş oymalı ceviz çerçevesine kaç insan dokundu. Kaç kişi için kaç defa durdu bilinmez. El yapımı nazende yelkovan durma bu gece. Süzül de bitsin karanlık.
Gün ağarmak üzereydi hastaneden ayrıldığında. Dolmuşla gidemeyecek kadar acelesi vardı. Hemen bir taksi çevirdi. Sonradan keşke varmasaydım diyeceği evinin kapısına geldiğinde dün gece nöbetini değiştirdiği arkadaşı Handan’ı uğurluyordu kocası.
Taş’a versen çatlar dedikleri türden bir sarsıntı. Yanan kalbi ile buz kesen bedeni arasına iliştirilen bir cümle ’’ Sana söyleyecektik ‘’.
Kaybolmanın, en kalabalık yoluna ulaşması çokta uzun sürmedi.
İlk defa can havliyle attı kendini hastaneye.
Hızlı adımlarla yürüyüp diğer tüm çaresizler gibi koridordaki saatin önüne dikildi.
Ve oymalı ceviz saat bugün onun için durdu.
O gözlerini dikmiş saate bakıyor. Bende çökmüş omuzlarını izliyordum. Saçlarına takılıyordu gözüm. Işıldayan sarı saçlarından hüznü yansıyordu duvarlara.
Gözlerinden akan yaşların omzumda son bulduğunu hayal ediyor. Altından geçip unutup gelsin diye bir gökkuşağı resmediyordum. Tıpkı onu ilk gördüğüm günkü gibi.
Staj yapmak için gelip yılları devirdiğim bu koridorda her halini yaşayışım geliyor şimdi aklıma. Bir gülse gülerdim oysa ki. Acıyan kalbinden öperdim. Yıkılmış güveninden sarardım.
Yapmadım. Yıllardır uğruna yananı da kendini yakanı da görmeyi, seçmemişliğine bıraktım onu.
Yine yanımdan geçti. Kokusu vurdu burnuma. Ben başımı eğdim.
Yıllar boyu taşıdığım yalın duygular, aldatılmış bir kadının çaresizliğinde fırsatçılığa dönsün istemedim.
Herkesin bildiği onun ise henüz idrak ettiği kayıp hayatı yıkılan hayalleri üzerine yığılmışken yolu olmak istemedim.
O ayna karşısına geçmiş, gözyaşlarını siliyordu. Gözyaşını sevdim.
Yürüdüm. Bahçeye inen merdivenlerin her birine bir ihtimal bırakıp yıllarca derdimi dinleyen banka oturdum.
Sustum. Olur da bir gün gözünden gönlüne düşerse yüzüm. Avunmaya değil de tanışmaya uzanırsa elleri. Ve ceviz saatte zaman, bir gün benim için akarsa diye…
Bir cevap yazın