Yanan ağaçları çıtırtısı , can çekişenlerin iniltileri gibi kaplamıştı geceyi. Her yer öylesine
alevle kaplıydı ki, alevler sanki vücut bulmuş bir iblisin yılışık kahkahaları gibi, an be an dans
ederek parlamaktaydı. Yer kırmızı, gök kırmızı, sırısıklam olmuş giysilerine bulaşan ter
kıpkırmızıydı. Ortalık öylesine sıcaktı ki, sürekli kıpırdanan gölgelerinin eriyip, titreyerek
yeniden oluştuğu sanrısına kapılabilirdi insan.
Etrafı kaplayan alevden duvarların arasından vızıldayarak geçen izli mermiler, düşmanın değil
de alevden iblisin alevden kusmuklarıydı adeta, safi iğrenilesi.
Başının üzerinden geçen mermi izleri ölümün şarkısını mırıldanıyordu en ayartıcı sesiyle. Her
yandaydı düşman, her yandaydı iblisin nefesi; her yandaydı ölüm.
Ölüm fısıldadı kulaklarına; küçük kızının sesiyle. Sanki sarı bukleleri alevdendi o an karşısında.
Kalktı yattığı beton yığınının arkasından ayağa; uzattı ellerini. O an kafasındaki tek düşünce,
alevden buklelerin peşinden gitmekti.
Daha ilk adımnı atmadan kör atış bir izli mermi göğsünü delip geçti. Hissetmedi bile . İkinci
adımında ilkinin yanından bir tane daha geçti, bir tane daha, bir tane daha ve ulaştı
buklelere. Elleriyle sevdi onları; alevden elleriyle…
…/…
Ter içinde sıçrayarak uyandı İsmail. Gün çoktan doğmuş güneşin yuvarlağı ufukta
tamamlanmak üzereydi. Yüzünde damlacıklar halinde biriken ter yatakta doğrulunca göz
çukurlarına doldu. Tuzdan gözleri yandı. Aynı kabusu kaçıncı kez tekrar tekrar gördüğünü
artık hatırlayamıyordu. Ama yıllardır nerede başlayıp nerede bittiğini artık ezberlemişti.
Gözlerindeki ter birikintisini elleri ile ovalarken Şahin girdi çadırdan içeri. Ooo üstad
erkencisin dedi. daha uyursun, yorgunsun sanıyordum.
Benim yorgunluğum uyumakla geçmiyor üstat dedi İsmail. Alçak yatakta doğruldu, yerdeki
potinlerini ayak başparmağı ile bulup ayaklarını içine geçirdi. yataktan kalkmadan bir süre
oturdu.
Göz çukurlarındaki terden elleri ıslanmıştı. Ellerini dizlerinde gezdirerek pantolonuna sildi.
Hayırdır sen daha yeni mi yatıyorsun dedi Şahin’e bakarak. Yok üstat dedi Şahin; uyku
problemimi biliyorsun; ilaçsız uyuyamıyorum. E durum malum, ilaçlı yakalanmak
istemediğimden kullanamıyorum. Haftalardır böyle hayalet gibi geziniyorum. Beni boşver ;
sen nasılsın?
İyiyim dedi İsmail. Günlerdir yollardayım. Önce Ankara’ya ulaştım belki bir haber alırım
umuduyla, ama adamlar Ankara’yı çöle çevirmişler. Değil habere elektriğe ulaşmanın dahi
imkanı yok. Ben de, birkaç firari subay ile irtibata geçtim. Sinan Binbaşı’yı hatırlarsın. Evet
dedi Şahin gülerek yaşıyor mu o daha. Eskişehir’de dedi İsmail. 4 – 5 Bin kişilik bir birlik
oluşturmuş kendine, hepsi zıpkın gibi. Benimle gelenler de onun yanında kaldı. Hareket
tarzımız netleşince bize katılacaklar. Tabii irtibat kurabilirsek.
Üstat kızmazsan birşey soracağım dedi İsmail. Dur tahmin edeyim dedi Şahin, sözünü henüz
bitirmişti ki: Viola !
İsmail sessizce başını salladı gözlerini yerden kaldırmadan.
Gazeteci yalanıma inanmadın değil mi üstat dedi Şahin. İsmail başını kaldırdı gözlerinin içine
bakıp açıklama beklediğini ima etti.
İşin aslı şu üstat dedi Şahin. Tahmin edebileceğin gibi MI6. Ama merak etme 2 yıldır
tanıyorum kendisini sağlam kızdır. Niyeti bizi ele vermek değil. Yapsa en başından yapabilirdi,
çok fırsat geçti eline. Niyeti bize çıkarma haritalarını vermek. İngiliz hükümetinin temin ettiği
cephanelerin de İstanbul’da bizi beklediğini söylüyor. Araştırıyoruz. Birkaç güne haber gelir.
Sonra o yoluna biz yolumuza. Dahası, nasıl yapıyor bilmiyorum ama, iletişim kurabiliyor.
Uydu bağlantısı var. Düşündüm ki, BBC’ye bağlanabiliriz. ABD’nin dezenformasyonuna karşı
ufak bir röportaj yararlı olabilir.
İsmail, sesini çıkarmadan dinledi, hala şüpheci bakışı silinmemiş bir de endişe eklenmişti.
Merak etme üstat dedi Şahin. Ben Viola’ya hayatımı teslim edecek kadar güveniyorum.
Sen öyle diyorsan dedi İsmail, potinden kurtardığı çıplak ayağına çorap geçirmeye çalışırken…
Bir cevap yazın