Neye başladığını bilmiyordu. Ne yaptığını da bilmiyordu, ilhamını kaybetmişti – ya da dur -kaybetmemişti ki, hiç olmamıştı bile. Sahip değildi. Bunlara rağmen çamaşırları katladı, çöpleri dışarı çıkardı, eviyeyi temizledi. Biraz dinlenmek istediğinden televizyonu açtı, kanalları teker teker zapladı. Kafasına göre bir şey bulamadı. Rastgele bir haber kanalını açtı, izlemeye koyuldu. Spikeri süzdü yavaşça; saçlarının kıvrımına baktı, tırnaklarını inceledi. Ne kadar düzgündü, kusursuzdu. Bakışları da tırnakları ve saçları gibi önceden düşünülmüştü. Sözleri bilindikti.’’… Önümüzdeki sürece bakıldığında…’’ halbuki süreç yoktu, nasıl olabilirdi? Olsa bile bakmakla yetinilemezdi. Saçmaladığını düşünüp yerinden kalktı ve televizyonu kapattı. Gözü çerçeveye takıldı. Tozlar çerçevedeki adamın saçlarını beyazlamış gösteriyordu. Çok sevdi bu görüntüyü, parmağının ucuyla çerçevenin kenarına bir gülen yüz çizdi. Tekrar baktı resme, gülümsedi. Ardından tekli koltuğuna geri döndü sekerek. Karnında birleştirdiği bacaklarını kollarıyla çepeçevre sardı. Başını dizlerinin üzerine yan yatırdı. Kapatmadı gözlerini. Dikkatle baktı. Olanca sessizliğiyle merdivenin altındaki balkabağı duruyordu öylece. Sakin ve dingin. Havanın durağanlığını bozan zil sesi kadının huzurunu uzak diyarlara yolladı. Mecburen kalktı yerinden, ayaklarını yere sürüyerek kapıya yürüdü. ’’Bir gün de anahtarıyla açsın şu kapıyı.’’ alışkanlıktan kapının deliğinden gelen kişiyi kontrol etti. Anahtarı iki kere döndürdükten sonra kapı kendiliğinden açıldı. Gelenin yüzüne dahi bakmadan yerine geri yollandı. Koltuğundan ayakkabıların çıkarmasını izledi adamın. ’’Ne zamandır buradasın?’’ cevabı biliyordu ama yine de sormak gerekliliğini hissetti. ‘’3-4 gün olmuştur.’’ dedi kadın. Yalan söylüyordu. Adam da biliyordu zaten bunu.‘’Yalan söylemesen bana?’’ ‘’Doğruyu söylüyorum.’’ Kadın, annesi ile tartıştığı için erken döndüğünü anlatmak istemiyordu. Bunu düşünüp onun dert edinmesinden çekiniyordu. Üstüne üstlük yine aynı konuda haksız çıkmış ve adamın tahmin ettiği ihtimal gerçekleşmişti. Çocukça gibi gözükse de yenilgisini kabul etmek istemiyordu kadın. Neyse ki adam ısrar etmekten vazgeçti, çantasını yere bırakıp derin bir nefes aldı. Bir köşeye oturup bacak bacak üstüne attı. Güneş, kadının saçlarını gölgelendiriyordu. Öne eğildi, duvardaki titreşimlerini sessizliğini dinledi. Hoştu doğrusu, güzeldi. Adam çantasına davrandı. İçindeki kitabı aramaya koyuldu. Eprimiş bir poşetin içinden usulca çıkardı kitabı. ’’Baksana bi.’’kadın başına ona çevirdi. Soran gözlerle baktı. ‘’Hani o bahsettiğim kitap vardı ya, insan her okuyuşunda yeni bir şeyler buluyor içinde.’’ kadın rahatsız edici olmasa da sessizliğin bozulmasına sevinmişti. Daha bir ilgili dinlemeye başladı. ‘’Bu sefer ne buldun?’’ adam telaşlı telaşlı sayfaları çevirmeye daldı. Sevdiği işlere odaklanınca hep böyle dünyadan kopardı. Sanki bir ışık huzmesinden içeri girivermiş de perilerin, cücelerin, krallıkların olduğu farklı bir evreni keşfetmişti. ‘’İşte burada.’’ dedi adam. ‘’Dinlesene şunu.’’ ve okumaya başladı: ‘’Adı Ross’tu ve altı çocuğu vardı. İlk karısının açtığı bir kurşun yarası yüzünden topallayarak yürüyordu.’’ ‘Düşünsene, altı çocuğun var ve eşin sana kurşun sıkıp ölene dek seni topal bırakıyor. Hiç bitmeyen bir hediye diye buna derim.’ kadın adama böyle bir şeye nasıl gülebilirsin der gibi baktı. ‘’Neresi komik bunun? Ciddi olamazsın.’’ ‘’Gülmüyorum ki zaten.’’ Biliyorum güldüğünü. Sadece kasların hareket etmiyor, içinden kıs kıs gülüyorsun.’’ ‘’Düşündüklerimi tahmin etmeye çalışmaktan vazgeçer misin artık?’’ ‘’Tahmin etmeye çalıştığım filan yok.’’ kadın bunu söyledikten sonra adamın gözlerinin içine baktı. Adam da o sırada ona bakmaktaydı. Birlikte tebessüm ettiler. Hâlâ bir şeylerin bitmemiş olduğuna seviniyordu adam. Bir an için mutluluk saklandığı köşesinden yüzünü göstermişti.
*********
Kadın koltuğun bitişiğindeki pencereden bakmayı seviyordu. Gecenin siyahlığında yıldızların yerini tahmin etmeye çalıştı. Yıldızları bile göremezken iki saat sonra kendini bambaşka bir şehirde bulabilirdi pekâlâ. Bu ironi artık onu hüzünlendirmekten çok güldürüyordu bugünlerde.Düşünceleri esrik bir kadının hezeyanları kadar gerçek ve uyumsuz gelmişti ona. En nihayetinde yapacak bir şey yo… Var olmalıydı bir yerlerde. Bulunmayı bekleyen bir yerlerde. Kafasını hızlıca iki yana salladı, eğer böyle yaparsa istenmeyen fikirler kulaklarından fırlayıp gideceklermiş gibi hissetti. Kafasının içinde derin bir baskı hissetti. Elleriyle şakaklarını ovuşturdu. “ Burada uyusam ne çıkar?” diye geçirdi içinden, hırkasını battaniye niyetine üstüne örttü. Koyunları saymaya fırsat bulamadan düzenli solukları duyulmaya başlamıştı bile.
*********
Kadın pencereden içeri sızan Güneş ışınlarından dolayı hapşırarak uyandı. Yattığı yerde doğrulmaya çalıştı. Elbette her yanı tutulmuştu. ‘’Müstehaktır bana.’’ dedi sinirli sinirli. Kalktı; mutfağa doğru yürüdü, çay suyu koydu ocağa. Su kaynarken lavaboya uğradı, elini yüzünü yıkadı. Aynaya baktı, saçlarını taradı. Işığın etrafında dönen sineğin her bir turda lambaya çarpması iyice sinirlerini gerdi. Koşar adımlarla mutfağa gitti. Geldiğinde adam kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı bile. Kadın da ona yardım etti. Adam hızlıca yemeğe koyuldu, kadın -neşesiz- zeytinleriyle oynadı. Karşısındakine baktı. Eskiden çatalı tutuş şekli bile farklı gelirdi kadına, her şeyi farklı gelirdi. Hemencecik kaynar çayı içip bitirivermesi ilginç gelirdi. Düşünürdü: ‘’Nasıl da su gibi içip bitiriveriyor, oysa yavaş yavaş içilmeli. Hem ağzı yanmıyor mu hiç?’’ şimdiyse farklı olan yoktu, ilginç kelimesi lügatinden adeta silinip gitmişti. Fakat bir bakıma iyiydi de; kadın üç yaşından beri adamın varlığını hissediyordu, biliyordu. O ip atlarken adam oradaydı, o ilk kelimesini yazdığında oradaydı. Hep oradaydı. Bisiklet sürmeyi öğrenirken düşmesin diye arkasından tutan oydu sanki. “ Biliyor musun,” dedi kadın. “O bahsettiğimiz yazar vardı ya, boks da yapıyormuş. Amatör olarak tabii.” “Nerden esti şimdi bu?” “Ne bileyim, aklıma geldi.” Birdenbire bu gelmişti aklına işte, kendi kendine düşünürken konu konuyu açıyordu. Adam bağlamsız cümleleri sevmezdi. Belki de çabuk unutuluyor diye sevmezdi, ya da sebep-sonuç ilişkisi elzemdi onun için. ‘’Yine yapıyorsun, yakaladım.’’ Dedi adam. ‘’Neyi?’’ ‘’ Tahmin etmeye çalışıyorsun düşündüklerimi.’’ ‘’Adam kızmamıştı, aksine onun bu davranışı hoşuna gidiyordu. Bir konu üzerinde düşünürken kadın, bakışlarını durağan bir noktaya sabitlerdi. Onu izlemeyi seviyordu. Saçlarının kabarıklığını seviyordu. Bir şeyleri merak ettiğinde gözlerinin kocaman açılmasını seviyordu. Bunları düşündüğü için kendini garip hissetti, güzel bir gariplik. Yüzünde saf bir gülümseme oluştu. İçinde turuncu, minik ve parlak tohumların yeşerdiğini hissetti. Sonra daha da gülümsedi. Kadın adamın bu sebepsiz gülüşünün mahiyetini anlayamadı. Bildiği yalnızca adamın güldüğü zaman gözlerinin küçülmesi ve yelpaze gibi açılan kaz ayaklarını seviyor oluşuydu. Kadın zamanı tam o sırada durdurmak hevesindeydi. Bunu yapamayacağını bildiği için ânı zihnindeki çekmecelerin en gizli olanına yerleştirdi güzelce. ‘’ Potansiyel tedarikçiyle konuştum.’’ dedi adam. ‘’Fiyat konusunda mutabık olursak sorun olmayacağını söyledi. Fakat yedek parçaları zamanında getirip getirmeyeceğiyle ilgili endişelerim var. Ne kadar çabuk getirirse o kadar erken başlarız. “Merak etme, hallolur.” Dedi kadın gülümseyerek. Sadece fazla düşünüyorsun, handikabın bu senin.”Adam kadının haklı olabileceğini düşündü. Yine de içindeki huzursuzluğu atamadı.
**********
Kadın günlerini bilgisayarının başında geçirdi. Ne kadar uğraşsa da yazarın dünyasına giremiyordu. Kullandığı kelimeler bir türlü yerine oturmuyordu. Mütemadiyen yazıp mütemadiyen siliyordu. Bir ara aklına sokağın sonundaki cafeye gitmek fikri geldi. Ne de olsa tebdili mekanda ferahlık vardır, diye düşündü. Ya da öyle olmasını umuyordu. Fakat gitmek için kendini zorlaması gerekiyordu, çünkü koltuğuna çoktan gömülmüştü. Güneşin aldatıcılığını biliyordu buna rağmen seçtiği giysiler ince olmuştu. Apartmandan attığı ilk adımda keşkeler beynine hücum etti. Elleri ceplerinde, adımlarını hızlandırarak yürüyordu. Çok geçmeden cafenin kapısına vardı, içeri büyük bir istekle girdi. Gözüne en münzevi görünen masayı kestirip oraya yerleşti. Onu rahatsız edecek kimse yoktu, bütün imkanlar sağlanmıştı. Olması gerekenler olsa da çoktan kaçıp gitmiş olan hevesini bir türlü geri getiremiyordu. Düşündüklerini annesi bir öğrense şımarıklık ettiğini söylerdi. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. İlkokulu ve ortaokulu bitirdiği mahalleyi, sokağın sonundaki bakkaldan sigara alması için kendisine verilen bozukluğu hatırladı. Hepsinden öte, buraya niçin geldiğini unutmamalıydı. Kendine büyükçe bir kupada kahve söyleyip yarım kalan işine devam etti. Birkaç saat sonra yaptığı işten memnunluk duyarak kollarını göğsünde kavuşturdu. Masasında bağımsızlığını ilan eden kupa koleksiyonu göz kırpıyordu.’’Varsın daha da biriksin, sponsoru bile olurum.’’ Dedi kadın kısık sesle.
***********
Kadın burnunu kol yenine silerken az daha araba çarpıyordu. Arkasından edilen küfürleri görmezden gelse de suçluluk duygusunun -bir parça yalnızca- tongasına düşüvermişti. Evine yaklaşırken insanların ne kadar da birbirlerinin aynıları olduğunu fark etti. Aynı saç ve çanta, ayakkabı, kıyafet hatta ve hatta taşıdıkları poşet bile aynıydı! Gözlerine inanamadığından mütevellit kendini sarsak bir bilim-kurgu filminde hissetti. ”Klonlanmış onlarca beden,” diye düşündü. “Ama ne uğruna?” Yadırganmamalıydı fakat değişime ayak uydurulmalıydı. Çünkü… Çünküsü yok, öylesi makbuldü. “ Onlar gibi olmamalıyım, onlar gibi olmamalıyım.”düşünceleri şeritler halinde geçti zihninden. Kim olmak istediği sorusu muallaktaydı belki ama nefreti o denli büyüktü ki bir çırpıda kim olmak istemediğini şu insanlara bakarak söyleyebilirdi. Fakat öfkesi içindeki yerli yerinde duran taşları bile yurtsuzlaştırmış, akıntıya karşı yüzdüğünü zannederken kontrolsüzlüğü onu akıntının bir parçası yapmaya başlamıştı.
Bu serzenişlerde bulunurken eve ne kadar çabuk geldiğini fark etmemişti. Mantosunu yokladı, sağ cebinde anahtarın varlığını hissedince vakit kaybetmeden apartman kapısından içeri fırlayıp daire birin şerrinden Allah’a sığındı. O mercimek çorbası kokan yaşlı kadın her seferinde kendisini bekliyormuşçasına kapının önünde dikilmese bu kadar ter sırtından akmayacaktı esasen. Onu en çok öfkelendiren de bu duruma kayıtsız kalamamasıydı. Bir an için kendinden tiksindi, Allahtan uzun sürmedi. Kendi dairesine gelince rahatladığını hissetti. Çarçabuk kendini -tabiri caizse- koltuğa attı. Mutfaktaki seslerden adamın da evde olduğunu düşündü. Adam, elindeki kâsesiyle içeri girince kadına kaşlarıyla selam verdi. Mutsuzluğu dudaklarının duruşundan belliydi; kadın sorsa ne olduğunu, her nasılsa söylemeyecekti adam. Biliyordu. Hiç olmazsa denemek gerekir, dedi bir parçası. O pek ünlü olmayan yazarın da dediği gibi:’’ Sözcükler doğru kullanılmışlarsa istenilen bütün notaları çıkarabilirler.’’ Diğer parçası galip geldi: ‘’ Ne olacağını tahmin edebiliyorum.’’ Kadın o sırada kendi düşüncelerinden, hislerinden ve doğrudan kendinden vazgeçti. Böylece geriye yapacak fazla bir şey kalmıyordu: akrebin mi yelkovanı yoksa yelkovanın mı akrebi kovaladığını kestiremeden televizyonu açtı, o çok bilinen ama bayat diziyi izlemeye koyuldu.
*****
Ayın kaçında olduğunu bilmediği bir ikindi üzeri kadın, Nike ayakkabılarını bağlamaya fırsat bulamadan Marks and Spencer poşetiyle yürüdüğü sırada henüz yaptırdığı saçlarının rüzgâr tarafından bozulmasını engellemeye çalışıyordu. Üstelik üzerindeki parfümün bastıramadığı mercimek kokusu, çevresindekileri acıktıracak raddeye ulaşmıştı bile.
Bir cevap yazın