-1-
Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar tüneğine uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin
(Metin Eloğlu)
Genç yaşta yitirdiğimiz öğretim üyesi Sevilay Kaygalak Bursa’yla ilgili çok güzel bir inceleme kitabı kaleme almıştır. Kaygalak kitapta Uludağ eteklerinde kurulan Bursa’nın Anadolu’nun bir iç kenti olmasına karşın gelişmesini coğrafi konumu ve iklimine borçlu olduğunu ifade ediyor, 31 km lik bir şose yolla Mudanya limanına bağlanan kentin Marmara’nın güneyinde bağlantıya engel oluşturmayan alçak dağlarla çevrelendiğini vurguluyordu. (Kapitalizmin Taşrası: 16.Yy’dan 19. Yy’a Bursa’da Toplumsal Süreçler ve Mekansal Değişim, İletişim Yayınları, 2008). Bursa verimli toprakları ve ürün çeşitliliği ile de göze çarpıyordu.
Jonathon poritt ise “toprağın üst tabakası’ düşüncesi beni her zaman büyüledi. Yaşamımızı olanaklı kılan verimli toprak tabakasını oluşturan milyonlarca mikroorganizma oradadır” diyor ve ekliyor: Toprak kaymasıyla yokolan üç santimin yeniden oluşması yüzyıllar sürebilir: “Bütün ağaç aşıklarının en büyüğü olan Richard St. Barbe Baker, bir keresinde şöyle demiş: Bir ulusun gerçek zenginliği , ağaç örtüsüyle ölçülebilir. Almanya’nın yüzde 30, İtalya’nın yüzde 27, ağaç örtüsüne karşın bizim (İngiltere) sadece yüzde 9 ağaç örtümüz var.” (Yeşil Politika/Seeing Green, Ayrıntı Yayınları, 1989).
Bir kayadan bir santimetre küplük toprağın oluşumu için 5 yüz yıl geçmesi gerekiyor, kimilerine göreyse tam 1000 yıl… Hele hele bir gram toprakta bulunan bakteri hücrelerinin sayısı ise inanılacak gibi değil: 40 milyon. Bu kök bakterileri bitkilerin gelişimi için elzem, yaşamsal öneme sahipler.
Bursa’nın topografik yapısından ve bazı ülkelerin yeşil alanlarıyla ilgili veriler paylaşırken şuraya gelmek istiyorum.
Yazıyı kaleme almaya karar verdiğimde peşisıra 2 önemli hadise yaşadı Türkiye: İlki Hopa’da 11 kişinin yaşamını kaybetmesiyle sonuçlanan sel, diğeri Bursa’da yaşanan orman yangını. Hopa’da yaşanan olayda siyasal yönetim hatasını ve afette payı olduğunu itiraf ediyordu. Ya orman yangını hadisesinde… Tarımsal zenginlik açısından hala Türkiye’nin sayılı kentlerinden birisi olan Bursa’da 54 dekarlık zeytinlik, bağ ve bahçelik alanlarla birlikte yer yer kızılçam meşceresi yemyeşil orman sahasını bitiren yangının akabinde yenilir yutulur cinsten olmayan iddialar ortaya atılmıştır. İmara açılacak alana 50 bin konut…Kuşkular ve görgü tanıklıkları sabotaj olma (yani kundaklama) ihtimalini de güçlendiriyordu.
Yangın bölgesinden yaz başı bir de sonu olmak üzere iki kez geçtim diyebiliyorum. Bu yörede bir aile dostumuzun küçük bir zeytinliği var ve bahçeyi görmek için bu yaz Gündoğdu Köyü (mahallesi) ‘nden Kurşunlu’ya dönüşte de Kurşunlu’dan Mudanya yönüne doğru sahil yoluyla yolculuk yaptık. Her ikisinde de durup esnaftan alışveriş yapıp kahvehane de çaylarımızı yudumlarken köylülerle diyalog kurma şansımız oldu.
Köylülere ilkin Kurşunlu Köyü’ne inişte dikkat çeken zeytinliklerdeki devasa istinat duvarlarının sebebini soruyoruz. Yabancı birilerinin satın aldıklarını belirten köylüler cafe ya da sosyal tesis gibi şeyler yapacaklarını aktardılar. Önce Belediyenin her yana sosyal tesis diktiğini akla getiriyordu bu bilgiler fakat bununla ilgili herhangi bir açıklama duymamıştım. Zaten öyle olsa belediye başkanı o projeyi ballandıra ballandıra anlatır ve hayali görsellerle maket resimlerle cümle cihana yaymış olurdu.
Yangın hadisesinin detaylarını gazetelerden ve sosyal medyadan öğreniyorum. Tabi serzenişler yok değil. 14 saat süren yangın 10 dakika gibi kısa bir sürede farklı yerde ve hızla çok geniş bir alana nasıl yayılabilirdi?
Yangın bölgesine yakın kadın plajı açtılar. Bursa’yı bilenler bilir bu ormanlık alan için Gemlik-Mudanya yolu diyorlar ama öyle değil; sadece Gemlik ile Kurşunlu arası 15 km’lik mesafedir ve söz konusu yangının yayıldığı alan Mudanya ile Gemlik/Kurşunlu arasındadır. Yani Göynüklü (Mudanya) ile Filidar ovası (Gündoğdu) arasıdır. Yani yanan Bursa’nın dibidir, ta ciğerleridir.
Ve koca yangın için topu topu tek helikopterle birkaç araç tahsis edilmiştir.
Yangına maruz kalan ormanlık bölge Bursa’nın kuzey batısı sayılır. Filidar Ovası diye bilinen bölge ve Mudanya arasında kalan fıstıkçamı, zeytinlik, incir ve üzüm bahçelerinden oluşuyor. Kuzeyi masmavi Marmara.
İşte Kadınlar plajını getirip Kurşunlu köyünün dibine yaptılar. Ve Marmara için sezon bitmiş Kurşunlu’da yapı izni yok, bölge görece bakir sayılır. İlçe Belediyesi ile Büyükşehir arasında fay hattına ilişkin raporlara dayanan yazışmalar bekleniyor, açıklanan bir şey de yok iken…
Aşağıda benim siyasal yönetimin alışılmış yol çalışmalarından birisidir diye tahmin ettiğim tanık olanlar için hararetli, alakasızlar için ise sessiz sedasız süren o çalışmalar meğerse bir kadın plajı içinmiş. Pes doğrusu. Her konuyu yoğun PR çalışmasıyla hatta hatta cep telefonlarıyla servis eden belediye nedense hem kadınlar plajı hem de yangın hadisesi hakkında şimdiye kadar bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Antalya’dakini yineleyen proje pek matah bir şey de değildi aslında.
Asıl vahim olan onlardan çok çok önce Karacaali’deki izci kampının hemen yanındaki bir koyun sosyal tesis adı altında otel yapılıp halka kapatılmasıydı. Yani Belediyenin Narlı’daki tesislerinden bahsediyorum. Günlüğü 80-100 liraya önceden rezerve edilen bir yerden sosyal tesis diye söz etmek mümkün olabilir mi?
Geleyim Kumsaz’da olmayana ve de Mudanya ile Kumla’da ise olan bitene.
Kumsaz’da güya bir halk plajı yapacaklardı. Şatafatlı törenli sunum sadece resim olarak kaldı önceki belediyeye ait plaj ve yapılar ortadan kaldırıldı. Yıkılanların yerine bu şaibeli bölgede, yıllar geçtikçe ne bir halk plajı ne başka bir şey kurulmadı. Sonuç fiyaskoydu.
Hemen yakınındaki Kumla’da bir sahil düzenlemesi yapıldı ki evlere şenlik. Bir tane memnun Kumla sakini bulamazsınız. Sahil daraltıldıkça daraldı sanki plajı halka yasakladılar….
İnşaat aşkıyla yanıp tutuşan yönetim Mudanya halkını Mudanya’dan soğutan benzer bir çalışma sergilemişti daha önce. Ne tesadüfse son yerel seçimde farklı tercih yapan Mudanyalıların yaz boyunca sürecek olan çalışmalarla bir nevi cezalandırıldığı şeklinde kanaat yok değildi… Kurşunlu’da Kumla’da Mudanya’da şu kadınlar plajını saymazsanız şimdi sanki bütün körfez halka yasaklı…
-2-
Kafamızda güneş
ateş
bir sarık.
Arık toprak
çıplak ayaklarımıza çarık.
İhtiyar katırından
daha ölü bir köylü
yanımızda,
yanımızda değil
yanan
kanımızda. (Nazım Hikmet)
Geçen yazdan beri Kurşunlu’ya gitmemiştim. Bir fırsat doğdu.Gittik. Tahminim üzerine hem istediğim gibi hem yapacaklarımıza göre bir seyir rotası belirledik: Nevaleyi alacağımız . Filidardan (Gündoğdu Köyü’nün hala halk arasındaki adıdır) gidilmeye karar verildi. Köy, Bursa ovasının kuzeyindeki vericiler konmuş tepenin dibi. Her iki yanı manzaraya hakim: Bir yanı Bursa ovası tepeyi atlayın öbür yanı deniz. Gemlik’teki şaka gibi manzara burada da karşınıza çıkıyor.
Gemliğe doğru
Denizi göreceksin;
Sakın şaşırma.
Bildiğimiz için şaşkın değiliz. Tepeden aşağıya yaklaşık 5 km kadar. Sağlı sollu vilalar var ama boş, yapılmış da terkedilmiş gibiler hepsi. Onları atlayıp kıyıya iniyoruz. Bir köy bu kadar mı şirin olur. Nazım’ın şiirlerinden arz endam etmiş gibi bir köyden geçerek,
Ne güzel şehirleri var Anadolu’mun benim Akdeniz kıyısında.
Küçüktürler, portakal gibi güneşlidirler
diri balık gibi pırıltılı ve renklidirler acı zakkum gibi.
Seviyorum Kurşunlu’yu. Gemlik’i… Gemlik, Bursa’nın 30 km. kuzey batısında, Marmara Denizi kıyısında kendi adıyla anılan körfezdeki ilçesidir.Körfezde denizle iç içe olduğundan hem tabiatla içli dışlı olma duygusu verdiğinden Bursa’nın diğer ilçelerine nazaran daha çok sevmişimdir Gemlik’i. Her defasında bu duyguyu yeniden tadmak istiyorum.
Peki ya köylüler öyle miydi, ne alemdeydi. Benim çocukluğumun geçtiği asıl Kurşunlulular. Bizler sayfiyeciydik.Sadece yazları kamp kurardık burda.. Çadır kamplarının yaygın olduğu yıllarda.. O yüzden çocukluk anılarımla dolu bir beldedir.Merak ettiğim soruyu bizzat uzun zamandır sormak istiyordum onlara da. Ne değişti geçen yazlardan. Zeytinlikler parsellenip parsellenip satılıyor. Şimdi belki komşu olacaktım köylülerle. Yakınlarımın burada aldığı arsaya varıyoruz. Kilimler pikeler şilteler yerlere seriliyor. Pazardan alışveriş yapılıyor. Sonra Kurşunlu mendirekte alıyoruz soluğu. Ucundaki fenere kadar gidip resim çekeceğiz. Adı Mahsun kendi mahzun olan bir genç yanıma yaklaşıyor ben denizin pisliğine şaşkın şaşkın bakarken: “Hiç kimse kira ödemiyor, bari şuraya bir menfez yapsalar akıp gidecek” diyor. Belki de bizi yetkili arkası olan birine benzetiyor..Eskilerden açıyorum. Herkesi tanıyor Mahsun. Burada yaşayan görev yapan herkesi biliyor. “Görevli olarak buraya gelmiştim” diyorum. Büyükşehir Belediyesinden istifa ettiğimi falan söylüyorum.Bir Fen işleri müdürünüz vardı. diyorum. Hemen adını söylüyor. Her şeyi biliyor. Çünkü Mazlum orasının gerçek insanı yaşayanı. Sıcak misafirperver. Dostça birbirimize sarılıp fotoğraf çekiniyoruz.
Dalgakıran boyunca mendireğin ucuna fenere kadar gidiyoruz. Balıkçı bir ihtiyar gülümsüyor. Oltasını atıp çekiyor. Balıkçılar yanımıza yanaşıyorlar. Katamaranının bakımını yapan birisi bize takılıyor. Emektar bir konuk o da. “Tam hayal ettiğim gibi yaşıyorum” diyor. Ben soruyorum o anlatıyor. Bursa’da yaşıyormuş. Hollanda’daki işini bırakarak buraya gelmiş Kaç para diyorum “Villa fiyatına aldım” diyerek katamaranın öyküsünü anlatıyor. Ege’ye açılacakmış bir hafta içinde. Bu deniz neki göl gibi diyor. Denizi çok sevdiği belli oluyor onun da…
Sor kendine bir sabah,
av hazırlığına başlarken;
sulara kim salar ilk güneşi
sen kayığına binmesen,
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden?
Kemal Özer denizin emektarları için böyle diyor bir şiirinde… Neden elleri bulunmaz ellerinizin yanında neden paylaşmazlar yorgunluğunuzu… Balıkçıların kahvesine uğruyoruz hemen mendireğin yanıbaşında. Çaylar söyleniyor. Anlatacak yaşam öyküleri çok. Balıkçı köylerini seviyorum. Onlar bu denizin deniz onların aynası gibi. Ama geçim kaynağı zeytinliklerde ırgat olmuşlar. Tarla bahçe sürmek inşaat Sayfiyecilerin yat kat onarım işleri. Gündelikle ne iş çıkarsa yapıyorlar.
Yıllardır sadece bir sayfiye yerine dönüşmüş Kurşunlu da Mahsun un dediği gibi öğrenci yok olmayınca okulu da kapanma noktasına gelmiş. Topraklar çoktan elden gitmiş. Balıkçılık denizin kirliliği yüzünden yokolma noktasında. Tümüyle kente göçerlerse burası kimlere kalacak bu parça parça satılan zeytinlikler bu mavisi azar azar yiten deniz…
Yıllar önce geldiğimde buranın fen işleri müdürüne demiştim ki “bakir kalmış” benim dediklerimi onaylamamış “korunmuş” diyelim dedi bana. Biraz bahsettim. Üsteleyince yanımdaki teknisyenler geçmişimden bahsettiler. Dinledi. Kimin için korunmuş ne kadar korunmuş diye sorabilmiştim kendi kendime . Anlamış olmalı. Anılarım vardı oysa burda. kaybettiğim babam kardeşim hepsi. Siyah beyazdan da olsa fotoğraflar…Oysa kıyıdan çekerlerdi o zaman ağlarını balıkçılar. Deniz içinden ne çıkarsa irili ufaklı kaplara boşaltırlardı. Karşılığı gönülden. Ne koparsa o kadar derece boldu yani…
Hem dert çok hemdert yok. Akşam terketmenin ve balıkçılarınkinin hüznü karışarak ayrılıyoruz Kurşunludan. Kurşunlu sahipsiz mi karar verin. İşlemesi gerekenler dururken bu toprakları satan kim? Dağlar tepeler iş makinalarıyla dolu. Mudanya’ya kıyı yolundan geçiyoruz. Yine yollar vızır vızır işmakinaları ve yol işçileriyle dolu geçiş kontrolü için kızıl bayraklarını sallandırıyorlar. Toz duman. Altıntaş’a kadar. Göynüklü’den sonra Burgaz’a varıyoruz. Koca bir hayal kırıklığı daha. Çay bahçeleri kapanmış ya da henüz açılmamış bilmiyoruz. Ver elini Mudanya. Denizi dolduracaklarını duymuştum. Bugün temel atılmış. İlçenin kıyısı boyunca saç duvarla kapatmışlar denizi göremiyoruz. Ah bir martı olsaydım diyorum. En yüksek tepeye çıkıyoruz: Yıldıztepedeyiz…”En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir” demiyor muydu Martı Jonathan Livingston yani Richard Bach…
Ne diyordu Nazım Usta “Türk Köylüsü” şiirinde:
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dır
Kerem’dir
ve Keloğlan’dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yûnusû biçâredir
baştan ayağa yâredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«—Gayrık yeter!…»
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil surunu urur
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa…»
-3-
Kurşunlu gezimi de ayrıntılarıyla aktardım. Ve Güney Marmara’dan içimize su serpen haber de çıktı nihayet… Hem de Dünya Barış Günü. Bu güzel haber bir Guinness rekorunu Mudanya’ya (Kumyaka) kazandıran 460 kişilik gönüllü bir ekiple yapılan su üzerindeki barış sembolü ve rekorun fotoğrafı idi….
Bir cevap yazın