Karanlık odamdaki pencereden yıldızları izlemeye koyuldum. Bana çok şey hissettirir, çok şey katarlar. Belimden tabancamı çıkartıp çekmeceye koydum. Tekrar yıldızları seyre daldım. Birden kapı sesi işitir gibi oldum. Başımı pencereden yana sarktım, kimse gözükmüyordu. Işığı yaktım, pantolonumu ve beyaz kolalı gömleğimi giyip kapıya yanaştım. Garip bir titreşim vardı sanki kapının ardında, ya da gizemli mırıltı. Bunu hissedebiliyordum.
Kapıyı açtım…
Bir adım geri çekildim. Kapıda siyah giyinişli, ince, uzun bir adam duruyordu. Elinde sivrisinden bir bıçak vardı. Bakışları her duyguyu taşıyacak biçimde idi. Ansızın bir telaş içinde bıçağını öne doğru tuttu. Arkasına bakındıktan sonra ‘’içeriye girmem gerek’’ diyerek haykırdı. Kabul ettim. Hiç düşünmeden içeri daldı. Dışarıyı temkinlice gözetip kapıyı kapattım, odaya girdim. Biraz önce yıldızları seyre daldığım pencereyi kapatmış, üstüne de perdeyi çekmişti. Dönüp bana baktı. ‘’Korkma’’ dedi. Sararmış yüzünü, titreyen ellerini görünce kahkaha attım. ‘’Ne korkması uzun bey, asıl siz korkmayın, biraz sakin olun. Burası emniyetlidir.’’ dedim.
Şaşkınlığını, karmaşık duygular taşıyan yüzünden anladım. Telaşlı bakışlarını kendinden emin bir şekilde düzeltti. Yüzünü, zoraki bir sinire bürüdü. Dişlerini göstererek bağırdı.
‘’Uzun bey değilim’’ dedi. ‘’Ben bir katilim, hiç kimseyi öldürmekten çekinmeyen bir katil. Tam tamına üç leşim var. İnancın olsun ki öldürmeye kalkışırken bir an bile düşünmem. Sana Yemin’’
Perdeyi az araladı. Sağa sola baktıktan sonra kapadı. ‘’Gözün karaymış o zaman katil bey’’ dedim. Yutkundu. Başını sallamakla yetindi, konuşamadı. Aniden koşup ışığı söndürdü. Gözlerini yere dikerek yerine geçti. Gidip ışığı açtım. Başını yerden kaldırıp şaşkın şaşkın bana baktı.
‘’Bu kadar korkmayın katil bey! Sizi burada kimse bulamaz merak buyurmayın’’ dedim.
Hızlı bir şekilde ayağa kalktı. Sivri uzun bıçağını göstere göstere konuştu.
‘’Ne korkması be! Katiller korkar mı hiç? Korksalardı cinayet işlerler miydi? Ben seni düşündüm. Başına bir musibet gelmesin diye…’’
İki elimi birbirine bağladım. ‘’Benim bildiğim katiller, kendi canlarından başka kimsenin canını düşünmezler’’ dedim. ‘’Hade ordan!’’ dercesine elini boşa fırlattı. Kanepeye oturdu. Bıçağını sımsıkı kavramıştı. Bana baktı. Gözlerinde tarifi zor bir anlam taşıyordu. ‘’Sen benden korkmuyor musun?’’ dedi. ‘’Yok!’’ dedim. ‘’Neden korkayım ki? Uzun boyunuzdan mı? Kara gözlü oluşunuzdan mı? Yoksa sivri uçlu matemli bıçağınızdan mı?’’
Sinirle başını salladı. ‘’Sen daha beni tanımıyorsun’’ dedi. ‘’Ben ki kimleri yenmişim, kimleri susturmuşum, kimlerle dövüşmüş kimlerle boğuşmuşum. Beni kime sorsan tanır. Halk içinde ismim kanla yazılır. Bu âlemin dayısıyım ben.
Temkinli adımlarla yanaşıp yanına oturdum, biraz gerildi. Kolumu omzuna attım.
‘’Gel şu âlemi bölüşelim’’ dedim. ‘’Sen dayısı ol ben amcası!’’
Ansızın havaya fırladı. ‘’Olmaz, olmaz’’ diye bağırdı. ‘’Dayı da benim amcada’’
Ayağa kalkıp ilerledim. Çekmeceden tabancamı çıkardım. Gördü. Gözbebekleri büyüdü. Sivri bıçak elinden düşüverdi. Ellerini havaya kaldırdı. Bağırdı:
‘’Ne olur ateş etme! Yalvarırım dokunma canıma.’’ Haline acıdım, yüreğim yandı. Kendini âlemin dayısı olarak gören bir kişinin yalvarmasına da bir anlam veremedim. Tabancayı çekmeceye koyup kapadım. Korkudan elinden düşen sivri bıçağını yerden alıp eline iliştirdim. Şaşkın gözlerle bana bakıp duruyordu. ‘’Yok be katil bey’’ dedim. ‘’Sadece kurşunları boşaltmak istemiştim. Fakat benim bildiğim, katillerin tek gücü silahıdır. Sen silahtan çekindin’’ Korku dolu bakışlarıyla yüzüme baktı. Bıçağını yere fırlattı. Yere çöktü. Yüzünü iki eliyle kapadı. Tam gözyaşı dökecekken kendisini tuttu. ‘’Ben silahlardan çok korkarım’’ diye mırıldadı. Üstelik katil değilim. Ben yoksul bir mermerciyim. Bir kadını sevdim, evlendik. Sevmez olaydım, evlenmez olaydım. Gece gündüz demeden çalışıp durdum. Sırf benim çektiklerimi çekmesin, yaşadığım rezilliği yaşamasın diye bütün hayatımı onun mutluluğuna adadım. Ne kadar çalıştım, ne kadar kazandımsa eve bıraktım. Bir kuruşuna dahi el sürmedim. O aptallığa vurdu. Har vurup harman savurdu. Kaç defa uyardım. Tutumlu kullan, hiç aldırmadan harcadığın şeyler kâğıt parçasından ibaret değil, onun tek kuruşu için dostlar birbirini sırtından vurur, tek kuruşu için birbirleriyle yarışa girerler, tek kuruşu için birbirlerini öldürür diri diri de toprağa gömerler dedim. Laf bir kulaktan girer öbüründen çıkar. Ben eşek gibi çalışıp kendimi sakat edeyim, hanımefendi evi saraya kendisini de kraliçeye çevirsin. İşte bu olay, şu rezil hayatın bana attığı en sert tokatlardan biri oldu. Dayanamadım bir akşamüstü bağırıp çağırdım. Sabah uyandığımda ise cebimdeki son parayı da alıp kaçmış. Sonradan bir sürü borcu ortaya çıktı. Düşünebiliyor musun tefecilere dahi borçlanmış.’’
Dayanamayıp hıçkırıklara boğuldu. Mendil verdim, gözyaşlarını sildi. Merakla:
‘’Peki, bana neden üç leşim var, katilim dedin?’’
Öksürdü. ‘’Üç leşim yok’’ dedi. ‘’Üç defa kendi kendimi öldürmeye kalkıştım diye katil diyorum kendime. Ben sinek dahi öldüremem. En sonunda tefeciler evimi bastı. Zor kurtardım kendimi…’’
Parmağını uzatarak yerdeki bıçağı gösterdi.
‘’Şu mereti de yerde buldum. Mecburen aldım. Benden korkarsın diye düşündüm ama sen korkmadın, üstüne beni korkuttun. Bu âlemin dayısı da amcası da kabadayısı da sensin.’’ Dedi.
‘’Kabadayı’’ dedim kendi kendime. ‘’Kabadayı!’’
Katil beyi sakinleştirdikten sonra polise teslim ettim ve eve döndüm. Elime bir öykü kitabı alıp okumaya baladım. Aniden kapım, bir omuz darbesiyle yere devrildi. İçeriye eli tabancalı biri girdi. Tabancasını bana doğrulttu.
‘’Kaldır ellerini! Bu âlemin dayısı benim’’ diye bağırdı. ‘’ Benden kork, çünkü katilim. Sekiz leşim var.’’
Tabancasına baktım. Karşıdaki bakkalda satılan oyuncak tabancalara benziyordu. Kitabı yana koyup usulca yanaştım. Elimi omzuna attım.
‘’Vah vah’’ dedim. ‘’Demek ki sende sekiz defa kendini öldürme girişiminde bulundun. Hadi beyim yoluna, hadi…
Bir cevap yazın