Çocukluğumuzun sevilen masallarından biri olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i bilmeyen yoktur. Zamanının en güzel kadını olan kötü cadı, kendi güzelliğini onaylaması için sihirli aynasına sürekli olarak en güzelin kim olduğunu sorar. Ayna da en güzelin o olduğunu söyler, ta ki Pamuk prenses büyüyüp genç bir kız oluncaya kadar. Masalın bu bölümüne aklım takılır kalır. Nedir bu sihirli ayna? Sürekli evriltilen kavramların tanrısı mı? Şayet öyle ise bu tanrının tapınaklarında uyuyan insanlar, kendilerinde var olan güzel bir özelliğin, kavram evriltilmesi sonucu çirkine dönüşmesiyle, yaşadıkları hissiyat çöküşlerinde kime sığınıyorlar? Kavram tanrısı neden sürekli olarak anlam değişikliği yapıyor?
Kadim kutsal dinlerde, yaratılış esnasında bütün kavramların öğretildiği Adem’in kafası karışık. Cadının aynasının devreye girdiği kapitalist düzende, işine nasıl gelirsecilerin belirlediği kavramlar, algı manipülasyonuyla ne zaman nasıl isterlerse değiştirilebiliyor. Örneğin; Pamuk Prenses masalında da geçen ‘’güzel’’ kavramı. Ticari çıkar amacıyla oluşturulan moda sektörünün çoğu zaman yön verdiği ve evrilttiği güzel kavramında sürekli olarak bir değişiklik görüyoruz. Ve bu değişikliğe ışık hızıyla uyum sağlıyoruz. Tapınağın sadık tapıcıları… Biz kavram tanrısının anlamlandırdığı biçime uyum sağladıkça o da bizi onaylama ile ödüllendiriyor. Kavram tanrısının onayını almanın bedelini bilmeyenler onun çok cömert olduğunu düşünebilir. Bizler, fiziksel, zihinsel ve düşünsel biçimde tam bir huşu içinde ona ibadet ederken, onun kafasına göre yok ettiği öz benliğimiz, onaylanma ihtiyacının ağır ve telafisi zor bedelidir.
Cadı, aynasının onayına o kadar muhtaçtı ki, ayna, cadıya ondan daha güzelinin var olduğunu söylediğinde, cadı acı çekmiş ve cinayete teşebbüs etmişti. O halde bu kavram tanrısı kötüydü. Bunu anlamamak için kafalarımızın içinin iyice törpülenmesi şekillendirilmesi cilalandırılması gerekiyordu. Ve cadının aynası bunu yapabilecek güçteydi. Cadının aynasına bu gücü veren insanın gereksinimleridir. Sufi anlamda, insanın nefsi de diyebiliriz. Bir çocuğu düşünün; onun için’’ en güzel’’ annesidir çünkü en çok annesine ihtiyaç duyar. Biraz büyüdüğünde gereksinimine göre güzel kavramına farklı şeyler eklenir. Elbiseler, oyuncaklar… vs. ergenlik ve sonrasında güzel kavramına, karşı cins eklenerek boyut biraz daha genişler. Cinsel doyum, çocuk edinme arzusu, ev, binek, mal, mülk… Cadının aynası, bu gereksinimlere, kullanım alanları dışında ‘’güzel’’ ve ‘’çirkin’’ anlamlarını da yükleyerek ihtiyaçlarımızı kendine çıkar sağlayacak farklı bir biçimde yönlendirmiştir. Sadece bununla sınırlı olsa eyvallah ama her zaman güzelden daha güzeli olacaktır ta ki biz cadının aynasına doğru bakmayı öğreninceye kadar. Aynada aradığımız özümüz değil başkalarının arzuları olduğu müddetçe arayışımız bitmeyecek. O arzulara uyumlu yansıyan her akis, bizde özgüven açlığından salyalar akıtan bir kibir duygusuna dönüştükçe, o arzulara uyumsuz yansıyan her akis öz benliğimizi parçalamak için salyalar akıtan kompleks duygusuna dönüşür. Kompleks duygusu bizi öldürür. Kibir duygusu da bizi öldürür. Yunan mitolojisinde bir kahraman olarak anılan Narkissos su içmek için eğildiği nehirde kendi yansımasını görür ve kendine aşık olur. Yerinden kalkamaz, su içemez, yemek yiyemez. Tek derdi kendini seyretmek olan Narkissos günden güne erir ve ölür.
Halil Cibran, güzel kavramıyla ilgili şunları söyler: ‘’ Güzel, hayatın kendi kutsanmış çehresini örten peçeyi kaldırmasıyla görülen hayattır. Oysa hayat da, peçe de sizsiniz. Güzel bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur. Oysa sonsuzluk da ayna da sizsiniz.’’
O halde güzel olan varoluşun kendisiyken, kavram tanrısını taşlamanın vakti gelmedi mi dersiniz?
Bir cevap yazın