Büyük bir acıyla içim çekiliyordu. Uyuşturucu fayda etmiyor, bırakmak istemediğim bir
şeylerden söküle söküle koparılıyordum. ‘Gitme, dur!’ diyemedim. Gücüm yetmiyor, sesim
çıkmıyordu. Baygındım, ya da bayılmak üzere. Üzerime karabasan kapanmıştı anlaşılan.
Hareket edemiyor, acının yakıcılığını fiziken hissetmiyordum. Uyuşmuştum.Bedenim acıya
duyarsız, sadece yatıyor, kıpırdamıyor, ruhum ise beyaz floresanlı bu soğuk odanın içinde
duvardan duvara çarparak içten içe yaralanıyordu. Metal ameliyat malzemeleri ve kanlı
pamuk parçalarının üzerinde bulunduğu tekerlekli alet masası ve duvarın pürtüklü yüzeyi
ruhumun darmadağın parçalarıyla doluydu adeta.
Yıllar öncesinde, gencecik birer üniversite öğrencisiyken yaşadığımız bu acı olay ruhumda
gerçekten derin yaralar açmıştı.
‘Bora, bebeği aldırmazsak benim okulu bırakmam, senin de hem çalışıp, hem de okula devam
etmen gerekecek.’ İşin içinden çıkamıyordum.
‘Haklısın Gülay, daha kendimiz için yapacağımız bunca şey varken, olmamalı. Zaman çok
yanlış.’ diyerek aldırmaya ikna etmeye çalışıyordu.
Sanki bir diş çekiminden bahsediyorduk. Çürük, ağrı yapan, kokusuyla insanı herkesten
uzaklaştıran, bir dişten. Bir veda böyle olmamalıydı. Alelacele, duyarsız kaçarcasına….Tam
iki kişiyi tek vücutta yaşamayı öğrenecekken, ben bile kalmamıştım. O gidişin bu kadar acı
olabileceğini ve o küçücük varlığın daha doğmadan bana hayatımın dersini verebileceğini hiç
düşünememiştim.
Kendimi avutmam, hayata geri dönmem aylarımı almıştı.
1
‘İleride, her şey uygun olduğunda çocuklarım olacak, onlara tüm sevgimi, herşeyimi
vereceğim.’ derken önümde çoğu zaman ya içi kül ve izmarit dolu kül tablası, ya da
sakinleştirici ilaç kutuları duruyordu. Ama yine de bağlanmıştım bu avuntuya, bir gün
çocuklarım olacaktı…..
‘Üzgünüm Gülay hanım, kürtajınız sırasında rahim duvarı fazla kazınmış. Bu yüzden bebek
tutunamıyor.’
‘Ne yani, bir daha hamile kalamayacak mıyım?’
‘Kesin konuşamam tabi, ama hamileliğinizin gerçekleşse bile devamı çok zor. Ancak size
sorunlu gebelikler ve devam ettirilmesiyle ilgili çok başarılı bir merkez ve tanıdığım bir
doktoru önerebilirim.’
Kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Şimdi tutunacak dalım da yok olmak üzereydi.
Uykusuz aylar, dökülen göz yaşlarının ardından yeni tedavi süreci sonunda enjeksiyon
yapılmak üzere hiç tanımadığım yabancı yüzler arasında bekleme odasındaydım. Sehpanın
üzerinde dergiler, duvardaki televizyonda sağlıkla ilgili haberler, dışarıda hayat belirtisi
gösteren açık bir hava vardı. O günü hatırladım yine. Yağmurlu, puslu bir havaydı. Sabah
saatlerinin verdiği isteksizlik ve bir hayata son verecek olmanın gerginliği vardı üstümde.
Yanımda ise bugün kocam Bora, o gün ise sevgilim Bora vardı. Yıllar eskitmemişti onu. Acı
dişlerini geçirmemişti, kanatmamıştı hiçbir yerini. Sanki karar sadece benim gibi, pişmanlığı
sadece ben omuzlamışım gibi. Ben ise, daha yaşlı, daha olgun ve bitkin. Telefonun çalmasının
ardından sekreterin masasından kalkarak,
‘Gülay hanım, buyrun doktor bey sizi bekliyor.’ haberiyle, takındığı acıma ve alaylı yüz
ifadesi ile birlikte odaya yöneldik.
2
Defalarca oturmuştum aslında. Hep aynı soğukluk ve ürpertiyle üstümü çıkarıp, o arkası açık
hasta önlüğünü de giymiştim. Ayaklarını yerleştirdikten sonra makas gibi açılan ve yükselen
muayene masasına da uzanmıştım. Ama içimin çekilmesi, iç organlarımın bile donduğunu
hissettiğim ürperti geçmemişti hiç. Olmayacak saçma düşünceler geçirmeye çalışıyordum
aklımdan. ‘Acaba bu doktor günde kaç kez bu manzarayla karşılaşıyordur? Herhalde artık
onun için kol bacak gibi sıradan birer uzuv gibidir.’ diye düşünürken, bir yandan da ‘Acaba
pantolonumu çıkardığım için ayak bileklerimde duran ten rengi kısa çoraplarımı
görüyormudur?’ diye saçmalığın sınırlarını zorluyordum. Doktorun muayenede kullandığı
uzun kollu, küçük keskin ışığı bacaklarımın arasına doğru yaklaştırmasıyla artık gizleyeceğim
birşey, gizleneceğim yer kalmamıştı. ‘Evet, benim suçum, ben öldürdüm onu, pişmanım.’
dedirtecek kadar parlaktı yakınlaşan ışık. Sorgu altındaki bir suçlu gibi ürkek ve ümitsizdim.
Sadece masanın kolluklarına parmaklarımı geçirmiş bekliyordum. İçimde ultrason son bir
kontrol için gezinirken, aklımda bebeğimi içimden kesip almaları vardı. Kameraya yansıyan
görüntüde ise, o gencecik halimle içine düştüğüm boşluk görünüyor ve birgün minicik
kıpırtıların bu boşluğu doldurmasını umuyordum.
Kasıklarıma yayılan bir ağrıyla tekrar masadaki yerimi aldım. İçime bir sıcaklık yayıldı.
Biliyorum bu sefer olacak. Bugün umutlarımı tekrar sahiplenerek yeniden bir yola cıktım.
İçimde can bulmaya, tutunmaya çalışan o küçücük varlığa öyle hasretim ki… Başka çaremiz
olmadığını düşündüğüm acemi gençlik yıllarıma inat sımsıkı sarılıp bekleyeceğim onu.
Bir cevap yazın