Ben Can. Yıllar öncesi kimliğimin ve her şeyin aniden sahte bir kimlikle değiştirildiğini hissetmiştim. O gün ben Kemal olmaya karar vermiştim. Esasında hep Kemal’dim. Can komşunun oğlunun ismiydi. Anne babası kıymıştılar ona. Bir ben görmüştüm. Nadide bir Çin vazosunu kırmıştı Can evde top oynarken. Çocuğu kovmuştular evden, teyzesi geri getirmişti. Çocuk topal değildi ama çok dayak yediğinden hiç düzgün yürüyemezdi. Bir keresinde çöpleri atarken Can’ın annesiyle kapıda karşılaşmıştık. Gözlerini öyle dikip bakmıştı bana. Topuz saçlarını hiç açık görmemiştim. Her zaman kırmızı rujlu dudaklarında o hiç sönmeyen izmarit vardı. Ondan korkmadığımı anlasın diye kırmızı rugan yüksek topuklu terliklerine bakarak yanaşmıştım ona. “Can nerede?” demiştim. “Kaç gündür göremiyorum.”
“Can mı? Oğlum senin adın Can değil mi? Başka Can var mı bu binada?”
Evet, Can yoktu, çünkü onu yok etmişlerdi ve yerine beni koymaya çalışıyorlardı. Yetimdim ama aptal değildim. Evet, beni doğuran kadın bir alkolikti, üzerimde sigarasını söndürmüştü üç beş kez ama yine de sahipsiz değildim ben. “Ben Kemal’im” demiştim hiddetle. Yüzüme kapatmıştı kapıyı, eminim içeri gidip kocasıyla beni de Can’ın yanına nasıl yollayacaklarını planlamışlardı. Çok stres basmıştı bana o zamanlar çok. Çocuktum sonuçta henüz Kemal olduğumda. Bazen uyuyamıyordum ve her şey beni endişelendirmeye yetiyordu. Aynada tekrar tekrar kendime söylüyordum, “Ben Kemal’im, evet, benim adım Kemal. Can, komşunun oğlu, o öldü, ben yaşayacağım, benim adım Kemal.” Artık sokak kapısından çıkmıyordum o kadınla karşılaşmamak için. Kapının gözünden bakarak beni beklediğinden emindim. Zaten merdiven ışıkları loştu, arkamdan açacaktı kapıyı ve saplayacaktı ekmek bıçağını sırtıma. Kocasıyla banyonun küvetinde parçalara ayıracaklardı beni.
Can’ı da bir bavula sığdırmışlardı. Babası sabahın köründe onu arabanın bagajına koyup götürürken, annesi bitmeyen izmariti ağzında, camdan etrafı kolluyordu. Ben perdenin arkasından bakıyordum, odamın ışıkları kapalıydı, beni göremezlerdi ama adam bagajı kapattıktan sonra birden kafasını yukarı dikip odamın camına donuk donuk bakmaya başlamıştı. Kalın çerçeveli gözlüğünün şişe dibi camları çiseleyen yağmur damlaları ile kaplanmıştı ama o içime içime bakıyordu. Korkmadığımı görsünler diye komedinin üstündeki lambayı defalarca açıp kapatmıştım. Ancak giden arabanın sesini duyduğumda ışığı açıp kapatmayı bırakmıştım ve tüm gece karanlıkta planlar yapmıştım. Eminim o gece döndüklerinde onlar da beni nasıl öldüreceklerini tekrar planlamışlardı ama ben hiç fırsat vermedim onlara.
Annem ona bira almam için boş şişeleri bana yükleyip, beni köşedeki büfeye yollardı. Saat gece yarısı mı değil mi hiç bakmazdı. Ben kapıdan değil balkondan iniyordum sokağa. Annemi kaç biraya kandırırlardı ve o da bana kıyardı bilmiyorum ama teklif gelseydi annem geri çevirmezdi onu biliyorum. Hatta halam ve eniştem de onu kesinlikle desteklerlerdi. “Kurtul bu yükten, al biranı keyfine bak.” derlerdi kesin anneme. Annem onlarla telefonda konuşurken bana bakardı derin derin. Onlardan akıl alıyordu hep biliyorum. Çünkü o telefon görüşmelerini hepsi benim kafamın içinde cereyan ediyordu.
O sesler hala kafamın en derinlerinden geliyor, sanki aynı vücutta yaşayan farklı insanlar gibiyiz. Bana öyle bakmayın yalan mı söylüyorum, eniştem, halam, annem, Can, Can’ın annesi, babası, hatta teyzem bile, hepsi burada, tam bu kafanın içindeler işte. Dışarda tuzaklar kuruyorlar bana ama içerden ben hepsini duyuyorum, bozuyorum oyunlarını. Hepsinin maskeleri düştü. Ama bilmesinler. Bildiğimi bilmesinler. Bir tek Can’ın sesi içimi burkuyor hala. “Bana kıydılar Kemal. Sen Kemal’sin, Can’a kıydılar Kemal. Kemal’i kurtar Kemal. Kemal’i sakın verme onlara.”
Banyoda sırtımdaki sigara yanıklarına bakıyorum aynada. Neden iki kürek kemiğimin tam arasına basmış bu kadın tüm izmaritleri? Bütün bir vücut var burada, Neden hep oraya? Kabuğu düşen yara izlerinin görüntüsü aynada ters düşünce fark etmiştim ki, kasıtlı bir sembol işlemişti sırtıma dövme gibi annem. Evet, “C” harfi var sırtımda. Annem de beni Can yapmak istiyordu ama cani yaptı. Neden Kemal’i kimse sevmiyor? Neden Kemal’i annem bile sevmiyordu?
Neyse ki yalnız değilim. Kendi vücudumu, beynimin içinde yaşayan birileri ile paylaşıyorum. Benimle birlikte bende yaşayan üç kişi var. Aynı bedende biz mutluyuz, bir şikâyetimiz yok birbirimizden ama kimse anlayamaz. Bu uyumun ve çok sesliğin armonisini anlayamazlar. Benim içinde beni benle paylaşanlar kimler mi? Onlar; “Boşluk’ “Küçük” ve “Kötülük.”. Boşluk ve Küçük, iki kadın ve sadece seslerini duyabiliyorum, onları göremiyorum. Kötülük; onu hem görebiliyorum hem de duyabiliyorum ama kadın mı erkek mi bilmiyorum. Kemal’i o da sevmiyor. Can şu an nerede, yakıldı mı, gömüldü mü, nehrin dibinde çuvalda mı, o da biliyor.
“Tabi ki biliyorum, biz de oradaydık, bataklığa parça parça attın ya babanın cesedini, dini bir tören edasında. Küçük ve Boşluk, ses versenize. Sizler de ordaydınız, bizimleydiniz. Söylesenize şu kendini Kemal sanan Can’a.”
“Dinle bizi Can, “Kötülük” bet sesiyle doğruyu söyler, maalesef annen de o bataklığın dibinde yatanlardan.”
Neler diyorsun sen “Küçük”? Hani hep “Boşluk” ve sen benim yanımda olacaktınız? Kötülüğü yenecektik ya beraber? “Boşluk” konuş hadi, bırak tırnaklarını yemeği.
“Şey… Can… Anneni de babanı da sen gömmüştün oraya, dur diye çığlıklar atmıştık “Küçük” ve ben. Ama sen Kötülüğü dinlemiştin. Kim senin efendin karar ver, ben miyim, “Küçük” mü, “Kötülük” mü?”
Susun hepiniz, susun. Beynime artık güvenmiyorum, beni yarı yolda bırakmaya meyilleniyor belli. O da bir an önce benden kurtulmak istiyor. Neden içimde dışımda herkes bana Can olduğumu söylüyor. Hem Can gerçekten öldürseydi anne babasını, ben onu suçlamazdım ki. Sıkıldım bu ölüm hikayelerinden. “Küçük” diyor ki, o sigaraları sırtıma kendim basmışım. İki kürek kemiğimin arasına nasıl basabilirim o izmaritleri? Bak, mesela yüzüme basabiliyorum, şimdi de basarım, al yanağıma basayım da gör, izle aynadan nasıl oluyor?
“Ay, bakamam buna, gözlerini kapa lütfen basarken, aynadan görmek istemiyorum kendini dağlayışını.”
“Yo, yo, benim hoşuma gider.” diyor “Kötülük”. “Hadi bir daha bas yüzüne. Zaten meymenet yok ki yüzünde, bas da mana gelsin suratına”
“Küçük” ve “Boşluk” çığlıklar atıyor yine beynimde ama Kötülüğün kahkahası bastırıyor onları. Duyamıyorum onları keşke duyabilseydim. Sadece kaos işittiğim. Kaos benim hayatım. Onlar işledi bu cinayetleri; Can’ın annesi babası suçsuz. Bu üçü beni alt etti; onlarla savaştım ama yenemedim. Onları yok etmenin yolu kendimden vazgeçmekten geçiyor. Bataklıktan tüm o cesetleri geri çıkaracağım. Can’ın parçalarının hepsini bulabilir miyim bilmiyorum ama eksik parçaları kendimden keser eklerim. Onu tamamlamak benim son görevim. Sırtımdaki yanıklardan anlarlar mı Kemal olduğu mu? Ne fark eder, esasında Can bir Kemal, Kemal de bir Can. Kendi canına kıyan bir Can; cani Can.
-SON-