ceviz kabuklarına düş dünyaları resmederdin gecelerce
denizdi taş. maviydi kahverengi. yağmurdu hanımelleri.
çiçek diye gördü ölümlüler ellerinden dökülen çizgileri
dalları ve yaprakları diye diye sesin kadar rüzgardı
sesinin kaderi rüzgardı avuç içindeki yol boyu yeşillikten
on beşinde yazdığın şiirlerin dizelerini kurcaladıkça
kabuklarını kırdıkça dünyalarının içinde büyüyen kurtçuk
içini kemiren sustukların ve isim isim unuttukların
içine dolan okyanus taştı ya biliyordum tufandı seslenişlerin
ceviz kabuklarına kaplumbağa sırtlarına çıkıp söyledin
çocukluğunun yamaçlarından uçurum kenarı manzaralardan
ben dinledim o geceleri gemilerin artık uğramadığı limanlarda
ben dinledim o gecelerin sabahını rayların izini sürerek
ellerinin ederini zümrüt taşı ömrüm dedim ellerinin kederini
keşfedilmemiş coğrafyaların bitki örtülerini senden bildim
dikenli gövdelerde budaklanan iç çekişlerinden öptüm de geldim
rüzgardı seslenişlerin ben bu göklerin mavisini senden bildim
tırnaklarınla uzayan perspektifte bir nokta olarak dinledim
bir nokta olarak da sustum sen yutkundukça
kaç defa bıraktım seni biliyor musun izmaritin ucunda
içime çekip çekip havaya bir uçurtma gibi ipini kesik ellerimden
ceviz kabukları kırılırken avuç içindeki fay hatlarında
kaç defa ellerimi adak olarak sundum kuşbakışı bir olasılığa
yılkı atlarının yelelerine ibibik kuşlarının isyanına
bir yağmur damlası olarak bıraktım öylece tatlı suya
oysa hiç deniz olmamış taş ve mavi değilmiş kahverengi
taşın içindeki köpükten dinledim kıyıda aşınan öteki taşın derdini
sen miydin o hülyalı esinti rengarenk çiçeklendi yine çiy taneleri
Sertaç ÇIRALI
Bir cevap yazın