Çocukluğum pantolonu; aşırtmaları pantolonum. Kemer yerlerinden sağlı sollu, omuza çapraz atılan ve tekrar pantolonun kemer yerinde düğmelenen pantolonum. Paçaları bilek hizasında kadifeden pantolonum. Yaz kış sadece gerliğe ( misafirliğe ) gittiğimde annemin değiştirdiği pantolonum. Kumaş pantolonla ortaokula başladığım yıllarda tanıştım. Okul dönüşü kumaşı çıkarıp tekrar kadifeyi giyerdim.
Mintanım ( Gömleğim ): Gömleğimin bileklikleri, toprakla oynadığım sokaklarda simsiyah kir tutardı. Annemi en çok kızdıranda buydu. Çocukluğumda mendilim bezdendi ve katıyla cebimde dururdu. Bütün bir kıyafetimin en nezih parçasıydı mendilim. Sanki o hiç kirlenmemeliydi. Bir kere kullanmaya başladıysam eğer olanca hıncımı alırdım mendilden.
İlk delikanlılık yıllarına kadar hiç kısa kollu gömleğim olmadı. Üst kıyafetim: En altta uzun kollu fanila, onun üstünde annemin kendi eliyle ördüğü alt kazağı, onun da üstünde mintan, mintanın üstünde yine elde örülmüş üst kazağım vardı. Bu kıyafet havalar iyice ısınana kadar, sekiz ay üstümden çıkarmazdım.. Yazın o sıcak günlerinde dahi ceket giyme alışkanlığım vardı. Sanki ceketi çıkarsam millet hep bana bakıyormuş gibi hissederdim kendimi. Ta ki yaş on dört, on beşi bulana dek.
Çerçevesi ve camları rengârenk naylondan yapılmış güneş gözlüğümü mahalle bakkalından almıştım. Saçlarımı yazın su ile ıslatır öyle tarardım. Evimizin misafir odasındaki, oyma ahşap işlemeden çerçeveli boy aynasında dakikalarca saçlarımla süs verirdim. Uzun saçlı olmayı çok istedim. Lakin hiç saçlarımı uzatamadım. Babam izin vermedi. Uzun saçlı olmayı kartpostalından resmini gördüğüm Mete Han’a, yahut ta çizgi roman kahramanları Tarkan ve Kara Murat’a benzemek için isterdim. Mahalle berberinin mekanik tıraş makinesi ile, çektire, çektire yolunma acısıyla ya sıfıra ya bir numaraya vurulurdu saçlarım. Saçlarımdaki en büyük lüksüm başımın en ön kısmında bırakılan bir tutam perçemimdi. Berberin saçıma, cam şişeden limon kolonyası dökmesi ızdırabımın ferahlığa dönüştüğü yegâne andı.
Yaz aylarında yıkanmak için arkadaşlarımla derelere giderdik. Derenin önünü uygun bir yerde taşlarla, otlarla çevirir, mini bir havuz yapardık. Serin, berrak sularda yıkanarak ferahlardık. Bazen kapattığımız suyun önünü açmayı unuturduk. Bir sonraki gelişimizde o küçücük havuzda enva-ı çeşit böceği bir arada görür ürperirdim. Lakin hiçbir zaman hiçbir böcek, hatta o zaman adını sadece atasözlerinde, deyimlerde duyduğumuz keneden dahi zarar görmedik.
Çocukluğumda gün; Gündüz ve geceden ibaret iki parçaydı. Gündüzleri oyun, geceleri rüyalarla doluydu. Evimin merdivenleri içeridendi, kat olarak sekimizi tanıdım, koltuk olarak mahatı. En yaramaz oyuncağım sapandı. Lastiklerini kulübeden almıştım. Çatalını ağaçtan komşumuz Kadir abi yontmuştu. En sevdiğim oyuncağım naylon kavalımdı. En sevdiğim oyun kaçamak yaptığımız akşamlarda oynadığımız itti bitti idi. Birbirimizi bulmama için iterdik. Oysa unuttuğumuz bir şey varmış, meğer biz çocukken birbirimizin gönlüne saklanmışız.
Bir cevap yazın