Güneşten kaçıp kuytulara sığınan kuzgunlar boşuna
Boşuna yelkenler gene dönüp duracak
Sen aldırmayacaksın
Gidiyorum anne ben yorgun gökyüzlerini bırakıp
Kıpırtısız yapraklara
Pırıltılı renklerle korkunun tünemediği
Ve korkunun içinde ördüğüm o eski rüzgâra
Rüzgarın denize taşıdığı tohum
Bir evren gibi bir şey açarak çoğalacakken
Tuzun yaktığı yaraya döndü
İçinden geçip giden zaman
Son kızıllığıyla güneş başka yere giderken
Uzanı verdi tohum koyu sulara
Dalgalar hareketli karanlık umuduyla
Ufukta kalın çizgi
Çürüdü tohum tuzun içinde
Martılar güneşin peşinde gitti
Yalnızlık bütün grilikler içinde kayalara vururken
Hırçın hırçın sürüklenirken yalnız bıraktığı için mi
Gök derinliksiz sığ neredeyse
Rüzgar çoktan tersten esmeye başladı
Deniz kıpırtısı derin mavilere gömülüyor bedenim
Ölü dalgalarla kıyıya vuruyor cesedim
Ne zaman bir tohum ölse yağmur yağar
Yağmur yağıyorsa bil ki bir tohum ölmüştür
Masanda dingin suskun yalnız otururken
Gelip kıyına vurdu o tohum bira şişen yarı dolu
Bardağın hakemlerin kitabın defterin
Uçuk gök rengi tüyleriyle o küçük kuş
Ey karanlık rüzgar kuru yaprakları sürüklendin de
Ya bu tohumu neden getirdin bu kıyıya
Bilirim insanlar budanır
Bilirim ağaçlar budanır
Ya tohuma tuz basılırsa tohum çürürse
Martı öbekleri kara batak dizileri
Serçe sığınakları
Koca çınar neyler
En yoksul toprak bile tohumla doludur oysa
Uyumaz uyanır gökyüzüne
İnsanların tahılların tarlaların
Kırmızı mavi mor
Beyaz pırıldıyor tohumları
Yalnızca su gereksinimi var bu tohumlarım
Bir de masmavi gökyüzü
Mehmet Özgür Ersan 28.04.2017 Üsküdar
Bir cevap yazın