Birisi yine tweet atmış, “dahi anlamındaki de, da ayrı yazılır.” Bir yazıda “de, da’nın” yanlış yazıldığını görünce, bokunda boncuk bulmuş gibi sevinen tiplere çok gıcık oluyorum. Bazen mail ortamında ateşli bir tarışmaya giriyorsun mesela, “sen önce de, da’yı doğru yaz” diyor. Sanki dersin, dil bilgisi uzmanı, dilin bütün kurallarına hakim. Çok biliyorsan noktalı virgül nasıl kullanılır onu anlat. Herkes bilmiyor ya “de,da” nasıl yazılır, kendilerini zeki hissediyorlar yazamayan birini bulunca.
Öylede kural mı olur? Dili konuşanların büyük çoğunluğunun bilmediği bir kural varsa, hata kuraldadır. Hepsi bitişik yazılsın ne var yani? Cümlenin kendisinden anlamıyor muyuz, ne demek istediğini? Bu iş böyle yürümez. Atlıyorum gidiyorum Türk Dil Kurumu’na. Başkanla görüşeceğim , görüştürmüyorlar. Randevum yokmuş. Çıkıyorum, telefonla arayıp randevu istiyorum, vermiyorlar. Ben Türküm ya, anadilim Türkçe, görüşmeye hakkım var, kiminle görüşüyor bu TDK başkanı?
Üç dört gün üstüste gidiyorum, çıkartmıyorlar inatla adamın yanında. En sonunda güvenlik beni binaya almamaya başlıyor. Mailler, mektuplar yazıyorum dönüş yok. Bu iş böyle olmaz, duyarlı bir vatandaş olarak üzerime düşeni yapmam lazım. Akşam mesai bitiminde kurumun önünde bekliyorum. Çıkınca yolunu kesiyorum, anlatıyorum derdimi. “Deli misin?” diyor, kovuyor beni.
Öylece kalıyorum. Hiç beklemediğim bir tepki, doğru düzgün dinlemedi bile. Kendime bir geliyorum sabah olmuş, başkan işe geliyor. “Sen hala burada mısın?” diye kızıyor bana bir de üstelik.
Gururum kırılıyor. Bir kaç gece üstüste vuruyorum kendimi rakıya. “Bu iş burada bitmez başkan, yazdım seni”. Başkanı takip etmeye başlıyorum. Her Cumartesi sabahı koşmaya çıkıyor. Tenha bir yerde arabayla yanına yaklaşıyorum. Kılık değiştirdiğim için tanıyamıyor beni. İniyorum,bir A4 uzatıyorum.“Başkanım rahatsız ediyorum, bakar mısınız? Buradada “da” ayrı mı yazılır?” diye soruyorum. Bakıyor “ayrı…” diyecekken kafasına vurup atıyorum arabaya.
Eve götürüp bağlıyorum. Bir telefon kulubesinden TDK’yı arıyorum. Kimse cevap vermiyor. Ulan tabi ya bugün Cumartesi, kapalı kurum. Bu hiç aklıma gelmemişti. Mecbur Pazartesi’yi bekleceğiz. Ertesi gün gazetelerde kayıp haberi çıkıyor. Pazartesi arıyorum yine, “Başkan elimde taleplerimi yerine getirmezsiniz yalayarak öldürürüm diyorum.”
Sonra bir mektupta taleplerimi sıralıyorum. Bir; “dahi anlamındaki de,da’nın ayrı yazılma kuralına son verilecek. İki; Bütün kitaplar toplatıp, de,da’lar bitişik yazılarak yeniden basılacak. Üç; her yıl yirmi dokuz ağustos günü “de, da’ların bitişik yazılma” günü olarak kutlanacak. Bir tutamda başkanın saçını ekliyorum zarfa gönderiyorum.
Ertesi gün memlekette kıyamet kopuyor, kurun ayarını kaçırmış kurbağa boynu gibi patlıyor haber ülke gündeminde. Cumhurbaşkanı televizyonda açıklama yapıyor. “Türkçe’yi senden öğrenecek değiliz. Sen kimsin ya?”
Ben kim miyim? TDK başkanını elinde tutan kimseyim. Görürsünüz gününüzü. Salmıyorum adamı sesimide çıkarmıyorum hiç. Bir kaç hafta sonra ülkede işler karışmaya başlıyor. Başkan olmayınca TDK işlemeyez hale geliyor. Halkın kuruma olan güveni azalıyor. Tükçe iletişim bozulmaya başlıyor. Bilenler bir kısmı İngilizce’ye yönelirken, kürtçe, lazca yaygınlaşmaya başlıyor. Kelimeler, cümleler birbirine giriyor, anlam karışıklıkları ciddi sorunlara yol açıyor. Borsa düşüşe geçiyor.
Bakıyorum TV’deki programlarda ilk günlerdeki“teröristlerle masaya oturmayız” söylemleri yumuşamaya başlıyor. Kıvama geliyorlar. Yine arıyorum TDK’yı. Biliyorum kesin MİT’de dinliyor, konuşmayı. Taleplerimi tekrarlıyorum. Dördüncü maddede ekliyorum, Cumhurbaşkan’ı TV’den, “Türkçe’yi senden öğreneceğiz” diye açıklama yapacak. Düşünün taşının üç saat sonra tekrar arayacağım diyorum.
Gidiyorum uzaktaki başka kulübeye, tam üç saat sonra arıyorum. Yüzyüze görüşelim diyorlar. Görüşelim korkum yok. Elime uzaktan kumanda gibi bir düğme alıyorum. Gidiyorum buluşma yerine. Beni görünce seviniyor enayiler, yakalayacaklar akılları sıra. Hemen çıkartıyorum kumandayı parmağımı götürüyorum düğmeye, “Beni aptal mı sandınız? Düğmeye basarsam başkanın parçalarını toplarsınız” diyorum. Numarayı yiyorlar.
Neyse oturuyor masaya, TDK başkan yardımcısı, MİT başkanı, Emiyet Müdürü ve Orhan Pamuk var. İkna etmeye çalışıyorlar, diretiyorum. Saatlerce pazarlık yapıyoruz. En nihayetinde iki madde onlar, iki madde ben feragat ediyoruz. Dahi anlamındaki “De, da’ların bundan sonra bitişik yazılmasını kabul ediyorlar, birde yirmi dokuz Ağustos maddesini. Kitapların yeniden basılması benimde pek içime sinmemişti , bir sürü masraf milli sermaye sonuçta. Cumhurbaşkanı maddesinide zaten pazarlık için koymuştum. Ha birde hakkımdaki bütün suçlamaları düşürecekler.
İmzalıyoruz anlaşmayı. Kuralın geçerli olması için başkanında imzalaması lazım. Gidip imzalatıyorum başkana, gönderiyorum kuruma. Ertesi gün resmi gazetede yeni kural yayımlanıyor. Başkanı salıyorum. “Yani başkan, güzellikle dinleseydin beni olmaz mıydı?” diye geçiriyorum içimden.
Bir kuş kadar hafifim. Ülkenin çok büyük bir meselesini çözdüğümü düşünüyorum. Artık, dahi anlamındaki de, da’ların ayrı yazılmadığını görünce depresyona giren arkadaşlar rahat edebilir. Bir kaç gün içerisinde bakıyorum, bütün mecralarda bitişik yazıyorlar. “Dahi anlamındaki de,da’ların kelimeye hasreti son buluyor. Bakıyorum facebook, twitter bu sefer ayrı yazanlara sallayanlar var. Olacak normal.
Pazar günü alıyorum gazetemi elime, şahane bir kahvaltı yapacağım. Oha sür manşet haber vermişler. TDK başkanı kaçırılmış.
Karadenizliler. Talepde iletmişler. “Cümle sonlarına gelen “da” ayrı yazulur da”
Bir cevap yazın