Dava, Franz Kafka’nın en ilginç ve sürükleyici romanlarından biri olup; düşle gerçeğin birbirine geçtiği, adalet ve adaletin işleyişi üzerine okuyucuyu düşünmeye yönelten sürükleyici ve heyecan verici bir eserdir. Eser, gerçekdışı niteliğiyle gerçek hayatı, adalet mekanizmasını ve onun insanlar üzerindeki etkisini, güç ve iktidar ilişkilerinin adaleti nasıl belirlediğini ortaya koymaktadır. Roman, Franz Kafka’nın en başarılı yapıtlarından biri olarak yazarın ölümünden iki yıl sonra ilk olarak yayınlanmış ve tamamlanmamış bir yapıttır. Bu yapıtı okurken, gerçekle düş arasında gidip gelecek, adalet, tutukluluk ve ceza hakkında uzun uzadıya düşünmek zorunda kalacaksınız.
Roman, bir bankada önemli bir görevde çalışan Josef K.’nın bir sabah tutuklandığını öğrenmesiyle başlar. Her zaman kaldığı pansiyonda şaşkınlık ve öfkeyle tutukluluk kararını öğrenen Bay K. Buna bir anlam veremez; çünkü neden tutuklu olduğunu bilmemekte ve bu kendisine söylenmemektedir. İşin ilginç yanı, kendisini gözlemekle görevli gözcüler ve onların amiri polis şefi de bunu bilmemektedir. K’ ya sadece kendisinin iyiliği için ne yapmasını söylemekle yetinmektedirler. Kendisini gözlemekle görevli gözcüler Willem ve Franz, basit hedefleri olan, yaşamlarını gözcülük gibi işler yaparak sürdürmeye çalışan, hayatta büyük bir amaçları olmayan kişilerdir. Görevlerini ne için yaptıklarını bilmeden yapan, kendilerine verilen görevi, bunun nedenini eleştirip sorgulamayan, amirlerine itaat edip, işlerini yapmakla yetinen ve ancak böyle davranırlarsa istediklerine kavuşacaklarını ve rahat edeceklerini düşünen basit insanlardır. Bu yönleriyle hem biraz Orhan Kemal’ in Bekçi Murtaza’ sını hatırlatmakta; hem de günümüzün hiyerarşik düzene tabi idaresindeki hâkim güçlerin emir kulu olan küçük memurları andırmaktadırlar. Bay K., gözcülerin bu özellikleri nedeniyle ve onların takibi ve hapsi altında bulunduğu için onlara kızmaktadır. K.’ nın bilgi almak ve tutukluluğunun nedenini öğrenmek için konuştuğu gözcülerin amiri durumundaki polis şefi ise davranışları, duruşu ve kendisinden yaşça daha büyük olan Josef K.’ ya ders verircesine yaptığı konuşmasıyla otoriteyi, devletin topluma yabancılaşmış ve toplumun üstünde olan yüzünü göstermektedir. Bay K.’nın daha sonra konuşup dertleştiği Bayan Bürstner ve pansiyon sahibi Bayan Grubach’ la yaptığı konuşmalardan da tutukluluk hakkında bir sonuç çıkmadı. Her ikisi de bu konuda yeterli bilgi sahibi değildiler. Ancak Bayan Grubach, Bayan Bürstner’ i izlediğini ve onun değişik erkeklerle bir arada görmekten endişelendiğini söylediğinde, Josef K. Bu duruma tepki gösterdi. Çünkü Bayan Grubach’ ın da aslında bir gözcü gibi hareket ettiğini ve bir başkasını izlemekten kaçınmadığını fark etti. Bu da baskıcı ve sömürücü bir düzende insanların birbirlerini izleyip, bir tür gönüllü gözcülük yaparak sistemin bir parçası haline geldiklerinin ve mevcut sistemin hem kurbanı hem de faili olduklarının açık bir göstergesidir.
Josef K., sonunda tutukluluğuna meydan okuyarak, kendisinin tutuklanmasına sebep olan savcıyla ve mahkeme yetkilileriyle konuşmaya karar verip, mahkemeye gider. Ancak bütün çabasına rağmen savcılarla görüşemez. Mahkemeye girdikten bir süre sonra da orada çalışan küçük memurların eski ve karmaşık dosyaların arasında ne yaptıklarını bilmeden tıpkı kendisini izleyen gözcüler gibi nedenini bilmeden eleştirip sorgulamadan çalıştıklarını anlar. Onların da aralarında hiyerarşik bir ilişkinin bulunduğunu ve kendisini baskı altında tutan ve izleyen bir sistemin basit bir parçası olduğunu görür. Ellerinden son derece önemli bilgiler geçen bu memurlar, bu bilgiler hakkında fazla bir şey bilmemektedirler. Öte yandan mahkemeye verilen dilekçelerin, yargılanan kişilerin isteklerinin ve haklarının çoğu; eğer bu kişiler hâkim güçlerle yakın ilişki içersinde değillerse; mahkeme binasının soğuk odalarında fazla dikkate alınmamakta, dağılıp gitmektedir. Sanıklarla ilgili bilgiler tavan aralarında özensizce saklanmakta, adeta bir kenara atılmaktadır. Davalar sürüncemede bırakılmakta, avukatlarla ve savcılarla yapılan gizli anlaşmalar davaların seyrini belirlemekte ve adalet güçlü olanın, egemen olanın yararına belirlenmektedir. Bu sırada K.’ nın amcası şehirdeki pek çok kişi gibi onun tutukluğunu duyup, onu tanıdığı bir avukata yönlendirir. Ancak K. Bir süre sonra bu avukatın da daha önce gördüğü ve kendisini izleyen diğer insanlardan fazla bir farkı olmadığını anlayıp avukatını azlederek kendi davasını kendisi savunmaya kalkar. Bu amaçla mahkemeyle bağı olan başka insanları ziyaret eder. Ancak onlardan da davası ve neden tutuklu olduğu hakkında kesin bir bilgi alamaz. Sonunda giderek bu davanın asıl amacının kendisi ve kendi özgürlüğü olduğunu, kendisini gözleyen ve suçlu olarak gören herkesin kendisini gözleyip takip ettiğini, kendisinin baskıcı bir düzende bu düzenin bir oyuncağı olduğunu anlar ve buna karşı etkili bir savunma gücü olmadığını düşünüp cezasını beklemeye koyulur. En sonunda da içinde bulunduğu bu çıkmazdan düşlere ve ölüme kaçarak kurtulmaya çalışır.
Kısacası Dava, modern bir çağda yaşayan bir insanın gerçek bir özgürlükten ne kadar yoksun olduğunun ve geleceğinin ne kadar belirsiz ve güvensiz olduğunun, günümüzde ülkemizde olduğu gibi adalet mekanizmasının nasıl belirsizlerle dolu ve gerçek bir adaletten yoksun olduğunun bir göstergesidir. Nitekim ülkemizde de birçok insan bugün ne ile suçlandığını, nasıl ve hangi hukuka göre yargılanacağını bilmeden uzun süre tutuklu kalmaktadır.
Bir roman olarak Dava, tanrısal anlatım tarzıyla yazılmış olup, Çehov’ un hikâyeleri gibi ucu açık olarak bitmiştir.
Franz Kafka : DAVA
Çeviren : Funda Reşit
Varlık Yayınları Sekizinci Basım: 2012
Serhat ÇAKIN.
Bir cevap yazın