23 Mart 2013
Yine aynı hisler sardı içimi. Hani bazen bir anı canlanır ya zihninizde, hiç yoktan, öylesine, alakasız. Bende bu aralar hep aynı sahne canlanıyor sebepsiz. Sekiz, dokuz yaşlarında annemle birlikte ev gezmesine gittiğimiz bir yaz günü. Deniz kıyısında bir taş evin balkonunda, büyük büyük teyzeler çay içerken ben de bacaklarımı sallaya sallaya oturuyorum. Hava sıcak, boğucu ama en sevdiğim karşımda. Temel şifa kaynağım… Deniz!
Annem ve arkadaşlarının kahkahalarla dolu muhabbeti bir uğultu gibi fonda çalarken gözüm denize takılır, deniz aşırı dağın zirvesinde iki kişi hayal ederdim. Hatta gözlerimi her kapadıkça görürdüm bu iki kişiyi. İki sevgili, kızın kim olduğu belli… Ama erkeğin yüzünü bir türlü seçemezdim. Hala seçemiyorum.
Akşam eve dönüş otobüsünde, dar sokaklarda ıkına sıkıla ilerlerken yine taş evin balkonu ve canım deniz kokusu hayalimde. O kadar güzel bir his ki tarifi yeteneklerimin ötesinde. Çay içmek istiyorum şimdi. Ve gözlerimi her kapattığımda iki sevgili. Kızın kim olduğu belli…
16 Mayıs 2017
Ne iyi ettim de gittim şu eğitime. Aslında, başta çok zor gelmişti. Sabah 04:00 uçağıyla İstanbul’dan Ankara’ya git, bütün gün eğitim, gece 23:00 uçağıyla eve dön. Benlik işler değil vallahi. Bir gece kalabilseydim hiç yorgunluk olmayacaktı ama mutlaka dönmem gerekiyordu çünkü ertesi gün çok yakın bir arkadaşımın nikahı vardı. Bu yüzden oflaya puflaya gittim doğrusu.
Oflaya puflaya gittim ama gözlerim parıldayarak döndüm. Çünkü Surit ile tanıştım eğitimde! Canım, kanım, şansım… Bir tanecik sevgilim. Meğer o da İstanbulluymuş. Aynı eğitime başvurmuşuz aynı zamanda. Kader işte! İlk kahve molasında tanıştıktan sonra bir daha birbirimizden ayrılmadık. Bütün gün yan yana dinledik anlatılanları, atölyelerde ekip olduk. Öğle ve akşam yemeğini birlikte yedik. Bol bol sohbet ettik. Surit, birkaç gün daha kalacağı için benimle birlikte dönemedi İstanbul’a ama gelir gelmez aradı beni. İşte böyle başladı bizim aşkımız.
Bir süredir beraberiz ve birkaç haftadır aynı evde yaşıyoruz. Ben arada ailemin yanına gidiyorum ama çoğunlukla hep bir aradayız. Ve çok mutluyum. O da mutlu. Bir de kedimiz var. Kedi de çok mutlu. Nasıl bir keramet varmış o eğitimde inanılır gibi değil. Çok şükür!
Tam da artık tamamen kariyerime odaklı bir hayat yaşamaya başlamışken, benim uyumlu olabileceğim bir adam yok herhalde bu hayatta, bunu kabul etmem lazım diye düşünmeye başlamışken… Varmış demek ki bana göre birisi!
Bu deftere bile yazmışım aşktan umudumu kestiğimi, kendimi hep tek başıma gördüğümü. Aslında… Tam olarak da öyle değil belki. Hep iki kişi vardı hayallerimde, yalnız değildim. Sadece erkek kişisi seçilemiyordu bu zamana kadar. Vardı ama kim olduğu belli değildi. Tarihe bir not düşmek vakti geldi demek o zaman:
Çay içmek istiyorum şimdi. Ve gözlerimi her kapattığımda iki sevgili. Kızın kim olduğu belli… Ve erkeğin de yüzünü seçebiliyorum artık!
5 Haziran 2018
Evlendik! Allah’ım çok mutluyum, çok! Sana binlerce kez şükürler olsun. Sen bizleri utandırma. Aile olduk. Güzel ve kocaman bir aile! (Kedilerimiz de üç oldu bu arada.) Yemin ederim nazar değecek diye ödüm kopuyor. O yüzden en yakınlarıma bile çok mutlu görünmemeye çalışıyorum. Sanırım fazla mutluluktan bir aptallık hali geldi üstüme. Aslında çok mantıksız değil. Kaybedecek çok şeyi olanlar en çok korkanlardır. “Bundan sonra, senden başkasının bana yar olacağını rüyamda Aksakallı Dede söylese inanmam!” diyen komik bir adamla bu kadar mutluyken nasıl korkmam ki?
İnşallah herkes benim kadar mutlu olur. Bunu tüm kalbimle diliyorum, gerçekten. Çünkü herkesin mutlu olması hepimizin hayrına olur. Herkes benim kadar mutlu olsa dünyada hiçbir sorun kalmaz ki! Hepimiz birer sevgi kelebeği, iyilik meleği gibi oradan oraya ihtiyacı olanlara yardım etmek için koştururuz. Doğru değil mi?
Bu defteri de bir daha kullanmamak üzere kapatıp dolaba kaldırıyorum artık. Bundan sonra yazmaya değecek bir şey olacağını sanmıyorum. Keyfim, sağlığım, işim, ailem her şey yerli yerinde ve dört dörtlük. Hobilerime de vakit ayırıyorum, hayır işleriyle de uğraşıyorum elimden geldiğince. Başka ne isteyebilirim ki? Başka bir şey istesem zaten “nankör” derler artık bana. İstemem, başka hiçbir şey istemem. Böyle çok mutluyum. Her şey için teşekkürler hayat, teşekkürler Tanrım.
Hoşça kal defterim! “Sonsuza kadar mutlu yaşadılar…” diye bitirerek vedalaşıyorum seninle. Hoşça kal!
20 Eylül 2020
Denizdeyim. Üstümdeki martılara nispet yüzüyorum. Yosunlarla birlikte süzülüyorum. Tüm pisliğimi, tüm öfkemi, tüm acımı denize bırakmaya çalışıyorum. Deniz diyor ki: “Yavaşla. Sakin ol. Yüklenme bana bu kadar. Senin gibi kanayan daha çok denizkızı var.” Derken bir balıkçı kayığı duruyor yanımda. “Sen kimsin?” diyorum. “Denizkızı avcısıyım ben.” diyor. “Birazdan seni avlayacağım.” Bir yanda uçsuz bucaksız deniz. Yarısı yeşil, yarısı mavi… O kadar kolay ki karışmak bu sonsuzluğa, bir o kadar da huzurlu… Yarı bedenim gitmek istiyor balıkçıyla, diğerinin içi acıyor. Karaya bakıyorum, evlerim düşüyor aklıma. Bir tane değil çünkü. Hem çocuk olduğum ev, hem çocuklarımı bırakıp gittiğim ev. İkisi de yangın yeri…
Şimdi, şu anda balıkçıyla birlikte karışsam beni öpüp koklayacak sulara, evlerimin haberi bile olmayacak! Ancak birkaç saat sonra… Huzura ermiş ruhum, gökyüzünden nefes almayan bedenimle vedalaşırken acı haber ulaşacak evlerime. Bir kez daha.
Sahi, neredeyim ben? Ne kadar uzakta evlerim? Kaç gün, kaç saat oldu aşk evimin üstüne yas evi kurulalı? Kaç dalga çarptı bu sahile sen bir uğursuz karanlığın koynuna gireli? Kaç balıkçı kaç denizkızını avladı o günden bu güne?
Ben, seni bu defteri bir daha açmayacak kadar sevmedim mi? Sen hiç gitmeyeceksin gibi sevmedim mi? Dönemez misin geri? Ya ben sana gelsem…
Bir cevap yazın