Mutsuzum defter, hem de çok. Çatma öyle kaşlarını hemen, ben de biliyorum mutluyken
kapağını bile açmadığımı; ben de biliyorum sadece mutsuzluklarımı sayfalarına döktüğümü…
Ama konuşmaya ihtiyacım var defter. Kızsan da bana, anlarsın beni, biliyorum.
Mevsim kış, ruhum soğuk ve kırılgan. Gündüz geceyi, gece gündüzü kovalıyor peşi
sıra… Günler, aylar, yıllar… Zaman geçip gidiyor onsuz… Bense, evladını yolcu eden bir
baba burukluğu ile bakıyorum takvim yapraklarına. Yalnızım ve yalnızlık kış gecelerinde
daha bir hissettiriyor kendini. Gece uzadıkça uzuyor, bir kasvet çöküyor üstüme 4 duvar
arasında… Düşünceler, bütün gün güneşin batmasını beklemişçesine ruhuma akın ediyor.
Boğuluyorum. İçim, dışım, canım her yerim acıyor; kalbim acıyor. Bedenim çok sevdiğim
yorganımın altında ve ruhum en az elimdeki bitki çayı kadar karışık… Kulağıma çalınan
romantik tınılar eşliğinde yudumlarken çayımı, boğulacağımı hissediyorum. Sonra o geliyor
aklıma, her dakika her saat olduğu gibi. Ne yaptığını düşünüyorum, öznesi ben olan cümleler
karalıyor olmasını umarak defterine ya da beraber yürüdüğümüz sokaklarda beni görmek için
volta attığını düşleyerek… Kapanmamış yaralarımda hafif bir sızı duyuyorum, içim ürperiyor.
Hava serin hem de epey… Söylemek istediğim cümleler uçuşuyor zihnimde, sanki o varmış
gibi dile geliyor hislerim. “Üşütme kendini; bilirim çabuk hasta olursun sen.” diyorum ve
ekliyorum kendi kendime “Ruhun gibi bedenin de narindir…” diye. Zamansız yağmurlar
yağıyor bugünlerde, aniden. Islanmasa bari, üşür rüzgâr estikçe. Hava serin dedim ya, en çok
ellerim üşüyor onsuz ve insan en çok serin havalarda özlüyor bazı şeyleri. Çok daha fazla
düşünüyor, çok daha fazla düşlüyor. Oysa ben düşlerimin, düşüncelerimin içinde
kayboluyorum şu sıra; geleceğin belirsizliği içinde savruluyorum. Birden ağlamaya
başlıyorum, yanaklarıma yavaş yavaş süzülüyor gözyaşlarım. Küçük bir kız çocuğu
beliriveriyor karşımda, dert zannediyor bebeğinin kaybolan kırmızı pabucunu.
Gülümsüyorum kendime. Dünyam büyüdükçe ben yoruluyorum. Yoruldukça asılıyor yüzüm,
boşalıyor kaslarım. Kaybediyorum kontrolümü ama her şeye rağmen yüzüme bir tebessüm
yerleştiriyorum. Bir tezatlıktır ruhuma, gülüyor dudaklarım. Hayat sahnesinde, sahte
hayatlar… Oynamıyor muyuz zaten hepimiz, gerek kendi yazdıklarımızı gerek başkaları
tarafından yazılanları… Gülücüklerimiz, gözyaşlarımız, kızgınlıklarımız, sevdalarımız ve daha
nicesi… Ezbere yaşamlar… Tıpkı soranın yanıtı dinlemeden yürüyüp gittiği “Nasılsın?”a
yarım ağızla söylenen bir “İyiyim.” gibi… Seyircilerimiz ise bir bilet bile almadan dâhil
olanlar bu sahteliklere. Ve ben daha fazla hüzün çöksün diye üstüme bu kış gecesi, yeni bir
şarkı keşfettim dinlemek için defalarca, belki boş yollarda yürürken belki de ağlarken…
Yazamıyorum defter, canımın acısına tutamıyorum kalemi. Zihnim o kadar yorgun ve meşgul
ki yazamıyorum. Bana iyi bak defter. Hoşça kal.
Bir cevap yazın