Nasıl doğanın ağır şartlarında yaşama alışan insanlar yaz sıcağından pişmeyecek, kış soğuğundan donmayacak dayanıklılığa eriyorlarsa, içsel derinliklerinden bilgi alan insanlarda da acılar ve zorlukların üzüntü değil, aksına, ruhunu temizleyip erdemini büyütecek kaynak haline dönüşür. Mutluluk kavramı da onlar için belli oranda değişir. Üst düşünsel katlara eren insanların ruhları başka boyutta var olmaya başlar ve dışsal hayatın geçici olaylarından pek etkilenmez mertebeye erdikleri hakkında bugüne kadar binlerce kitaplarda yazılmış, okunmuştur. Günümüzde böyle mertebeye eren yâda erebilecek kaç kişi tanıyoruz? Ruhun tekâmülü için hep savaşlara, açlıklara, zorluklara, haksızlıkla maruz kalınması mı şart? Belli dönemin zorlukları yerine bir sonki dönemin kendine özel sorunları oluşuyor nasılsa. Gelişimli değişim, toplumsal ve bireysel gelişim için git gide hızlanan, teknolojik rekabet ve sanal ortamındaki savaşlara dönüşmeye başlayan dönemin ortasındayız. Düşünce gücünün şekillenmesi ve gelişmesi için karşıtlıklar, negatif ve pozitif kutuplaşmalar illa lazım olabilir, ama bu bir gruplaşmalar yâda bireyler arasındaki dürüst rekabet, yani ADALETli, kast ettiğim, insanlar arasında ayrımcılık yapmayan Evrensel adalet yasaları içinde gerçekleştirilebilir. Zira daha yüksek fikir katlarında sağ ve sol, beyaz ve siyah, yaz ve kış yoktur; geçmiş, buğun ve yarın da. Sadece düşünce ve sevgi şeklindeki varoluş mevcuttur. Maddesel düzlemde kış, bahar, yaz, sonbahar sahneleri değişecek, herkes belli zamanlarda mutlu, belli zamanlarda mutsuz olup kendi rolünü oynayacak. Ve yaşadığımız bu düzlem bunların olması için meydana getirilmiş bir sahnedir. Belirli dalgalar algısı arasında gördüğümüz, duyduğumuz, dokuna bileceğimiz bir boyutta vücutlarımızla mevcutluğumuzu sürdürürken, fikir ve duygularımızla başka dalga boyutlarında da aynı anda var oluyoruz. En yüksek ve gerçek dalgalar SEVGİ titreşimleridir, onlar evrenin hem maddesel-fiziksel, hem madde üstü yâda fizikötesi varoluşunu oluşturuyorlar. O frekanslarda her kes ve her şey BİR’dir. Aristotel’in metafizik dediği, Platonus’un İdealar âlemi dediği, ezoterik, mistik, ilahi gibi terimlerini artık kullanmamaya da biliriz. Çünkü 20. yüzyıllığın bilimi, özellikle fiziğin kuantum dalı hiç de ret etmediği gibi, hatta yeni terminolojisi ve yorumlarıyla kanıtlıyor yukarıdaki olguları.
İşte bunu anladığım anda ben nefret, öfke, umutsuzluk durumlarını atomdan da ufak parçalara kadar ayırarak, kalan zerrelerden SÜKÛNET adlı ummanı oluşturdum kendi içimde. İçimde dedim ama her insan içindeki ruh halini enerji dalgaları halinde etrafına, mesafe ve zaman tanımaksızın varoluşa da yayıyor. İlk önce kendi hayatınızın akıl almaz şekilde değişmesine de neden olabiliyor. Şuurumdaki sükunet benim yüreğimi nefretten, kin ve umutsuzluktan koruya biliyordu. Fakat ben bu halin geçici olduğunu da anladım belli süreden sonra. Çünkü ben terk-i dünya kılıp, derviş hayatını sürdürmek, yâda rahipler gibi yaşama sırtımı dönüp yaşamak için yaratılmadığımı biliyordum. ‘Terk-i dünyacılık’ felsefesini dünya gibi bir yerde propaganda yapmak içinde yaratılmamıştım. Yaşamın içinde olmak, bazen acı çekmek, bazen sevinç, bazen aşık olmak bazen se ayrılığı tatmak insan olmanın şartlarındandı. Maddesel dünyada bir vücutla doğduysak, ruhumuzun henüz alacağı derslerin olduğu anlamına geldiğini algılıyordum. Bunun için de bizzat hayatın, insanların içinde olmak lazımdı. Fakat özü kavramak için bu ‘Araf-Aralık’ durumunu yaşamak lazımdı öncelik. Ölüp yeniden doğmak gibiydi bu durumlar. Zaman daralıyor, zaman hızlanıyor gibiydi artık 21. yüz yıllığa geçtiğimizden sonra anladığım. Bu artık sadece kendimi gözetleyip, analiz ederek elde ettiğim izlenimler değil, başka insanları, yazılan kitaplar, izlediğim filmlerden de belli olmaya başlamıştı.
Güneşin dünya etrafında dönmesini matematik, astronomik kanıtlarla insanlara ispatlayabilsek de, herkesin gözünde ve hatta kendi gözünüzün önünde güneş her sabah doğudan doğar ve akşamda batıda batar. Mevsimler değişir, doğan çocuklarınız sizin yaşamınızda sevgiyle beraber birçok sıkıntılara da göğüs germenize sebebiyet verir. Bizi hayata bu sıkıntılar, telaşlar, uğraşılar bağlar esasta. Oysa insan sakin ve rahat bir durumu murat eder. Bu hayat akışına karşı mücadele etmeyi, siyahın ve beyazın, iyinin ve kötünün ne olduğunu bilmeyi, toplumsal ve bireysel olarak taraf tutmayı gerektirir.
Bu kısır döngü beni yine umutları, kaygıları, sevinçleri ve üzüntüleri olan aciz insani duruma getirdi. Fakat bu defa önceki mertebemden bir derece yukardaydım. Ben artık yine de öncekiye nazaran bu karışıklıkların duygularımı etkilemesine izin vermeyecek telaşsız, zihnimin olgularına oturmuş bir Öz’ün bakışından hükmedebilen varoluş içindeydim. Yaşamın geçici durumlarına ilgisiz, gruplaşmalara karşın tarafsız Sükûnetin içinden çıkarak geliyordum. Ve artık bu dünyadaki süreçler, mücadeleler, akımlar hareketler karşısında benim duruşum değişmişti.
Bu seferki içsel arayışlarımın aynı anda hem sarsıntılı hem kendine özgü huzur ve sevgi duygularıyla özleşen ruhsal eğitim döneminden sonra büyük ve farklı bir Yeni Akım geliyormuş olduğunu anlamıştım yaşamımıza. Bu akım şimdilik benden uzak bir yerden geçiyormuş gibiydi ama. Başka insanlarda da az yâda çok miktarda, o yâda bu şekilde içsel değişimler oluyordu. Ama dış hayata çok yavaş yansıyordu henüz. Kısa ömürlü devrimler gibi değildi evrenin ve gezegenin kendini hazırlamaya başladığı Değişim. Çünkü bu düzlemde hâkim olan sahte kanunlar en son güne kadar bu kanunlarla belirlendiği programı ayakta tutacaktır, milyonlarca yıllardan beri süregelen illüzyonu koruyacaktır. İllüzyonun esasını orta kat yönü teşkil eder. İşte bu yüzden çoğunluk için güneş dünyanın etrafında dönmeye devam edecektir. Son derece dürüst olmaya karar veren Koperniği ‘yer yuvarlaktır’ dediği için yakan insanlar yüzünden Galiley engizisyon mahkemesinde bu gerçekten dönmüş gibi yapıp, kapıda ‘Yine de Dünya yuvarlaktır’ diye iddia ettiği gibi bir durum mu desem artık…
Aksini ispat etmek için radikal şekilde mücadele etmeye gerek de yok aslında diye düşünüyorum. Kelebek vakti zamanı geldiğinde nasılsa çıkacaktır kozanın içinden. Fakat bu garip metamorfozda kelebeğin kendisi bile sancılar yaşayacaktır, oluşmakta olan değişimlerin yeniden doğuş olduğunu fark etmeden, bunu ölüm olarak da görebilir. Aşırı maddeci, materyalist olmaktan da, fazla dinsel düşüncelere kapılmaktan da kaçınarak, bilimselliğe, evrensel sevgiye tutunarak, dürüst olmak gibi binlerce senelerden beri vurgulanan sade insani kurallar bile yeterlidir Değişim çağının sancılarını atlatmak için. Felaketler ve karışıklıklar dönemi 20.yüzyılın sonundan itibaren başlandı. Bu düzlem sahte bir illüzyon sahnesidir, burası sinav dünyası deyip geçemeyiz artık eski dinler ve felsefelerde denildiği gibi. Bazı yanılsamalar biz burada olduğumuz sürece bizim için gerçekliğin bir parçasıdır çünkü. Bu sahne Sevgi, Aşk, yüksek gayeler, bilimsel gelişimler, sanatsal ve edebi üretimler sahnesi de olabiliyor. Sıkıntılarımızın, sorunlarımızın gerçek sebepleri ve nedenleri var, yüzeysel bakışlardan vaz geçip, içsel neden-sonuç analizleriyle git gide azaltarak, Yeni Dünya yaratabiliriz. Bu dönemde yanılan kimseler için dönemin yüzeysel katları gerçek olur. Kale almadığımız, uyarılarına, açıklamalarına dikkat etmediğimiz insanların gördüğü, algıladığı gerçeği ise gelecekte ortaya çıkacaktır belki? Rüyalarınıza hiç dikkat ediyor musunuz? Uyku genelimiz için vücudun dinlenme halidir, ama aynı anda şuurumuzun BİR’in Öz Kaynağıyla uzlaştığı, ruhlarımızın birleştiği, başka titreşim dalgalarında buluştuğumuz bir hali gibi gelmiyor mu? Bana kalırsa, bazı rüyalarınız dünyadaki yaşantımızdan daha da gerçektir.
*** Bu düzlemde insanın ömrü bir kelebeğin ömrü kadar kısa. Ama her geçen dakikanız senelere değecek kadar önemlidir. Çünkü her dakikada dünyada ve başka gezegenlerde, maddiyet üstü gerçeklikde çok önemli hadisatlar oluşuyor. Sizin yaşadığınız her anınızda ise bildiğiniz ve bilmediğiniz Ben’inizde farkında olduğunuz ve olmadığınız oluşumlar gerçekleşiyor.
Bu gün söylenen ve ‘gerçeklere’ çok insanlar inanabilir, sonra zamanı geldiğinde, zihinlerindeki inandıkları bir baloncuk gibi patlayacak, geçici duyguları ve menfaatperestlikleri ile bağlı büyük içgüdüleri o Zaman geldiğinde nasıl değerli olabilir ki?
Nodira İbrahim, 2001, Harzem
Bir cevap yazın