11 Mart 2011’de Japonya’nın kuzeydoğusundaki Tõhoku bölgesini vuran, yaklaşık 20.000 kişiyi öldüren ve nükleer radyasyon felaketine neden olan büyük deprem ve tsunamiden bir yıldan fazla bir süre sonra, hayatta kalanlar paramparça hayatlarını yeniden inşa etmek için mücadele ettiler. Pop müzisyenleri, yazarlar ve film yapımcıları, yardım fonlarını artırmak amacıyla etkinlikler düzenleyip eserler yarattılar. Kaçınılmaz olarak görsel sanatçılar olaylara yalnızca mağdurlara yardım etmek için değil aynı zamanda kendilerini yaratıcı bir şekilde ifade etmek ve kendi duygularını anlamlandırmaya çalışmak için de yoğunlaştılar.
Deprem ve sonrasında ise ilk tepkiler Japonya’da olmayan ve New York’ta yaşayıp Pennsylvania’daki küçük bir üniversitede sanat dersleri veren Kobaslija’dan geldi. Bosna’da doğan ve 1990’larda savaştan zarar gören anavatanından Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçan ressam Amer Kobaslija Japon bir kadınla evli ve Japonya ile hala yakın bağları bulunmakta. Felaketlerin meydana geldiği gün, kıyıdan içeriye doğru gelen yok edici çamurun gelgitinin evleri, gemileri, alışveriş merkezlerini, ofis binalarını, okulları, çiftlikleri, beyzbol sahalarını ve tüm kasabaları durdurulamaz bir şekilde süpürdüğünde “Bu farklı bir yıkımdı, ama yine de bana çocukken gördüğüm savaştan kaynaklanan yıkımı hatırlattı’ demişti. ‘’Çok rahatsız ediciydi ve insanların olanlar yüzünden acı çektiğini biliyordum. 11 Mart’tan kısa bir süre sonra, kayınpederim eşliğinde fotoğraf çekmek, eskiz yapmak ve yıkımın kapsamını ilk elden gözlemlemek için Tõhoku bölgesine yaptığı birkaç araştırma gezisinin ilkini yaptığını ifade ederken “Deprem ve tsunamiden sonra afet bölgesindeki sahne kıyamet sonrasıydı” diyor ve “Bir sanatçı olarak, bir şekilde bu korkunç olaya cevap vermek istedim.”
Kobaslija’nın tepkisi tamamen içgüdüseldi ve hemen gördüklerini resmetmek için küçük bir kasaba olan Kesennuma ve çevresindeki felaketlerin etkilerine odaklanarak, tam etkisi muhtemelen önümüzdeki yıllarda bile tam olarak anlaşılmayacak anlara tanıklık etmeye başladı. “Mt. Fuji’nin Yüz Manzarası” serisini yaratan Japon grafiker Hokusai gibi, “19. yüzyılı Japonya’ sının en ikonik görüntü serilerinden birini bakır veya alüminyum levhalar üzerine yapılmış yağlı boya tablo serisine dönüştürerek “Kesennuma’nın Yüz Manzarası’’ adını verdi.”
Bu yeni eserler ise yakın zamanda New York’taki George Adams Galerisi’nde gösterildi. Ressam şöyle dedi: “Size bir tepede durmanın, bir yıkım manzarasına bakmanın nasıl bir his olduğuna dair bir fikir vermeye çalışıyorum. Kaybedilenleri anmak istiyorum ama aynı zamanda mağdurlara ve hayatta kalanlara da şunu söylemek istiyorum: ‘Acı deneyiminiz unutulmayacak. Sanat bir amaca hizmet edebilir, hatırlamamıza yardımcı olabilir.”
1960’larda bir öğrenci araştırma bursu ile New York’a gelerek yerleşen 68 yaşındaki Japon doğumlu sanatçı Naoto Nakagawa , ”Televizyon haberlerini gördüğümde ve ardından bizzat afet bölgesini gördüğümde gözlerime inanamadım” diyerek bugün sanatsal çalışmalarını Manhattan’da Feature, Inc ‘de sergiledi. Nakagawa, yakın zamanda şehir merkezindeki stüdyosunda, “Japonya yardım fonlarına katkıda bulundum, ancak felaket kurbanlarına yardım etme konusunda kendimi hala güçsüz hissettim ve daha kişisel bir şey yapmak istedim.” diyerek duygularını ifade etti.
Deprem ve tsunamiden iki ay sonra genç oğluyla birlikte Japonya’ya ve Tõhoku’ya gitti. Nakagawa, Iwate Eyaletindeki Ítsuchi kasabasındaki bir tahliye merkezinde oturdu ve sığınakta felaketlerin evsiz bıraktığı erkek, kadın ve çocukların portrelerini çizmeye başladı. Amacı 1000 resim yapmaktı. Nakagawa’ya poz verilirken o kalın beyaz kağıtlara yalnızca fırça uçlu keçeli kalemler kullanarak onların benzerliklerini hızla çizdi.
Resim ettiği kişilere ise gelecekte onlara portrelerini vereceğine söz verdi. İlk olarak, Nakagawa, “1000 Umut Portresi” serisi olarak adlandırdığı görüntüleri ABD ve Japonya’daki iş, siyaset ve sanat alanındaki tanınmış isimlere göstererek ve onları da portreler için poz vermeye davet etti. Bu resimleri ise afetten etkilenen bölgedeki yardım çabalarını finanse etmek için para toplamak üzere açık artırmaya çıkarmayı hedefledi. Nakagawa şöyle dedi “Bu sanat projesini her şeyini kaybeden insanlar için çok ihtiyaç duyulan dinlenme tesislerinin inşasına doğru gittiğini görmek istiyorum – spor kulüpleri, kültür merkezleri, sinema salonları. Evsizlerin çoğu aylarca tahliye merkezlerinde endişe içinde yaşayarak geçirdiler. Korkuyorlar ve depresyona giriyorlar.”
Nakagawa’nın “1.000 Umut Portresi” serisinden bir bölüm eser New York’taki Baruch College’daki Sidney Mishkin Galerisi’nde, Arjantin doğumlu bir fotoğrafçı olan Magdalena Solé’nin felakete uğrayan bölgenin fotoğraflarının yanı sıra gösterildi. Nakagawa’nın portreleri ve Solé’nin fotoğrafları, yerlerinden edilmiş olan Tõhoku sakinlerinin kaleme aldığı şiirlerle birlikte, tsunamiden zarar görerek kurtarılmış ve restore edilmiş aile fotoğrafları ile “Japonya’dan Sesler: Felaketten Umutsuzluk ve Umut’’ adıyla Manhattan İlahi Aziz John Katedral Kilisesi’nde sergilendi.
Japonya’da Avrupa mutfağında uzmanlaşmış ve Tokyo’nun en iyi otel restoranlarında çalışan emekli bir usta şef olan 66 yaşındaki Hiroyuki Doi, yıllar önce küçük kardeşinin ölümünden sonra sanat yapmaya Japon washi kağıdına keçeli kalemlerle yapılmış soyut çizimler yaparak başladı. Kabarık bulutları andıran serbest biçimli kompozisyonlarda toplanmış sayısız minik daireden, çalkalanan girdaplardan veya uzak galaksilerin gözlemevi-teleskop fotoğraflarından oluşan Doi’nin eserleri, “ruhun göçü, kozmos, canlıların bir arada yaşaması, insan hücreleri, insan diyaloğu ve barış temalarından oluşuyordu
Tokyo’lu sanatçı, çizimlerini New York Ricco/Maresca’da sergilediğinde ”Depreme yenilmek istemedim; biz Japonlar için bu kadar zor bir zamandı” diye hatırlattı. Sonuç olarak, felaketlerin meydana gelmesinden iki ay sonra, altı metreden daha uzun bir sürede ortaya çıkacak olanı bugüne kadarki en büyük eseri haline getirmeye başladığını açıkladı. ‘’Dünya için Umut ‘’başlıklı büyük çizimin oluşturulması Doi’nin dört ayını aldı. Yayılan bileşimi, bir annenin çevreleyen rahmini, Dünyayı koruyan evrenin güçlerini ve hatta bir nükleer reaktörü sembolize ettiğini ifade etti.
Doi, ”Bu çalışma, felaketlerde hayatını kaybeden tüm insanlara başsağlığı dileme ve anma yolum” dedi. Kobaslija ve Nakagawa’nın esasen gerçekçi imgelerinin aksine, Doi’nin çalışmaları ölüleri onurlandırmak ve geleceğe yönelik bir özlem duygusunu ifade ederken görsel soyutlama dilini bağlamında belirsizliği kullandı. Fiziksel hayatta kalma kaygıları yetmezmiş gibi felaketten etkilenen bölgelerde zarar görmüş elektrik santralinden gelen radyasyon ve aspesle mücadele insanlar başka zorluklar çıkarttı. Kobaslija, Nakagawa ve Doi sanatlarını deprem ve tsunami kurbanlarını anmak ve felaketlerden kurtulanların ruhunu onurlandırmak için kullanarak içlerindeki acı öfke ve çaresizliği ifade ettiler.
Bir cevap yazın