Günler hep aynıydı. Geceler ise bambaşka.
Odadaki aynanın üzerinde yazılı cümleyi tekrar tekrar okudu:
Kader; bir birimlik ömür denen yolculuğumuzda dermansız dert olup yapışmıştır bize, söküp atamadığımız…
Sol eliyle sol memesini yan tarafa çekti. Yapışık iki terli vücuttan ayırdı. Solukları sıklaştı adamın,
“Nihayet”.
Kasılmalarının bitmesini bekledi. Ve yan tarafına düşüşünü et yığınının…
Usulca arkasını döndü, boylu boyunca uzanan yabansı adama. Yanağından süzülen ter damlasıyla birleşen; açık ağzının, şişkin dudakları arasından sızan salyanın, yastıkta bıraktığı kirli izden iğrendi. Ah keşke gelmese diye geçirdi içinden, ayda bir dahi olsa hiç gelmese.
Tavandan sarkan örümcek ağına takıldı gözleri. Ve ardından günlerdir kesilmeyen yağmurun tavanda bıraktığı lekelere. “Nasıl oldu da görmedim. Neyse…Yarın hallederim” dedi içinden…
“Yarın hallederim” Yarın… Ne kadar çok şeyi vardı yapacak oysa, yarına kalmış. Biraz biraz yapmalı. Biraz… Sustu, sessizce. Her şey… Her şey birazdı hayatında. “Biraz da mutluluk” diye mırıldandı içinden.
Kutsal hazinesi hep ıslaktı. Bacakları ise açık kalmaktan kasılmış. Ölüye kazılmış toprak misali hissiz. Ve nefessiz… arınmak istiyordu tüm benliğiyle, derin kuyularda aklanmak, paklanmak. Caddenin başındaki hamama gideyim diye geçirdi içinden. Düşündü vazgeçti. Erindi. Tekrar hamamda karar kıldı. Bir de şu mahallenin namus bekçisi kadınları gözlerini üzerine dikmeseydi…
—
Kurnadaki suyu ayarladı. Hep kaynara yakın olurdu. Sıcak su kiri çabuk alır diye duymuştu. Sahi kimden? Hatırlayamadı. Anca o zaman arındığını düşünürdü, üzerinden geçen başkaca bedenlerden arta kalanlardan.
Titrek bacaklarından kaynar suların süzülüşünü seyretti…Ve suyun buharından net göremediği kendini… et yığını gibi hissetti, “Et yığını”.
“Tuhaf ve ne itici benzetme bu tanrım” diye geçirdi içinden. Kadınların bakışları üzerindeydi, aldırış etmemeye çalıştı. Karanlıkta rakamları zor seçerek, torbasındaki saatine baktı. Farkında değildi geçen zamanın. Nerden geldi aklına bilemedi. Hatırlamaya çalıştı, kaç adam onu öpmüştü, kaç adamın koynuna girmişti. Kaç adam hayatından geçmişti adsız ve ayrıntısız, hatırlayamadı…
Kurnanın başından hiç kalkmadı. Göbek taşına hiç yatmadı. İstemedi arınmak için geldiği burada, başka ellerce ellenmeyi. Dudaklarını dua okur gibi sarkıttı. Heykel gibi oturduğu yerde öylece cansız, tabut gibi zamansız. Elleri bir körün kalabalık ezberi gibi döktükçe döktü suyu başından. Yağmurun altında hissetti kendini. Mermerden olmayı geçirdi içinden ya da en adi bir taştan. Ne bir tene değmeliydi istemsiz ne de bir terden kirlenmeliydi insan. Dünyanın tek derdi bu olmalıydı. Bızır’ın* ne olduğunu bilmeyen kocalarla evli ve hatta kendininkinden habersiz kadınların doğurduklarıydık. Zoraki sevişmeler sonrası, güneş görmemiş saç diplerindeki, cenabet ter damlalarını yıkayan kadınların rahminden, bir başka rüyaya doğmayan şanssız çocuklardık. Kim bilirdi… kim isterdi böyle doğmayı diye geçirdi içinden. İrkildi…
Aklı bir tek ondaydı. Gecikmemeliydi. Sözleştikleri saate az kalmıştı. Karanlık çökmüş olmalıydı. Yan tarafa koyduğu havluya uzandı… Kurulandı… Çabuk hareketlerle giyindi ve çıktı. Gecenin son treniyle arınmış, temizlenmiş yeni bir hayata yol alacaklardı. İstasyonda bu saatte tanıdık yüze rastlamaktan korktu. Korktuğu gibi olmadı. Sıra sıra dizili banklardan birine oturdu. Gözü saatle kapı arasında gidip gelmekteydi. Böyle anlarda zaman geçmek bilmiyordu. Bekledi, bekledi.
Zaman geldi geçti. Ve son trenin çığlığı kulaklarından sonra, yüreğini delerek geldi, geçti, o gelmedi. Belki gecikecekti. Az daha beklese miydi? Neye yarardı beklemek?
Seferi belirsiz başka trenler mi vardı gecenin bu vakti?
Sorularının cevap bulamadığı, bedeninin pelte gibi çöktüğü anda, kâğıt kesiği yaralarıyla asılı kalmıştı ruhu.
“Erimiş bakır yutmuş, cıvayla yıkanmış gibi, cam kırıklarından yataklarda uyumak gibi, göğsüne bir öküz oturmuş da bir daha da kalkmayacakmış gibi…”
Ölüm böyle bir şey miydi? Bir anının ucuna iliştirilmiş güzel düşünceler, duygular ne kadar aceleciymiş meğer…
Göz bebeklerinde olgunlaşıp yanaklarından süzülen yaşlar, elinde tuttuğu mendille bir sağanakta buluştu.
Bir birimlik ömür denen yolculuğunda söküp atamadığı kaderine razı, elinde umutları yüklü bavuluyla öylece kala kaldı…
Emine Oğuz
Bir cevap yazın