Entelektüel çevrelerin diline pelesenk olmuş bir kavram var: distopya. Daha doğrusu, bizim
entelektüellerimiz bunu bir kavram olarak değil, bir sıfat olarak kullanıyorlar: “Yer yer
distopik unsurlar gördüm” gibi, “çok distopik olmuş” gibi… Edebiyat ve sinema çevrelerindeki
kullanım biçimine bakınca, bunun bir yergi değil, aksine bir beğenme, artı değer yükleme
amaçlı sıfatlandırma olduğunu anlayabiliyoruz. Ancak, nedir “distopik” olan, daha doğrusu bir
eser neden/nasıl “distopik” oluyor, bunu kullanım şeklinden anlamak gerçekten zor.
Prof. Dr. Hasan Eren başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanan TDK Türkçe Sözlük’e
baktım. Karşılığı yok. İnternet üzerinden TDK’nun sunduğu ‘arama motoru’ndan arattırdım.
Aldığım yanıt: “Özür dileriz. Yoğunluktan dolayı aradığınız kelimeyle ilgili yanıt veremiyoruz.
Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.”
Bizde hâl böyleyken, Oxford English Dictionary, distopya kavramını “Thomas More’un
1516’da yazdığı ‘Ütopya’ kitabında verdiği karşılığın tam olarak zıttı” olarak tanımlıyor.
“Dis” (kötü), “tôpos” (ülke), gelecekle ilgili umut vaad etmeyen bir kavram olarak karşımıza
çıkıyor. Anti-ütopya veya karşı-ütopya olarak da tanımlayabiliriz.
Almanya’nın önde gelen sözlüğü ‘Duden’ ise, distopya adı altında kavramı bir edebiyat türü
olarak “gelecekte geçen kurgu öykülerin olumsuz sonla bitmesi” şeklinde tanımlamış.
Böylece, ‘distopya’ kavramının öncelikle sanat eserlerinde karşılık bulduğunu ve gelecekten
ümidvar olmamızın tersi/zıttı mesajlar içerdiğini söyleyebiliriz. Peki, ‘koca koca’ edebiyat ve
sinema eleştirmenlerimizin “distopik” sıfatını bir beğeni ifadesi olarak kullanması nerede
kaldı? Genellikle, yarı-cahil yazarların elinde/ağzında pelesenk, sonrasında ‘moda’ ve
ardından herkesin ‘çaya-çorbaya’ kullandığı “galat-ı meşhur” bir durumla mı karşı karşıyayız,
yoksa?
Sanırım, evet!
Dünya edebiyatında distopya
Edebiyatta distopyanın izdüşümünü arayanlar önce Jack London’u bulurlar, çaresiz. Diğer
eserlerinden dil, üslup, içerik, zaman ve mekân yönünden tamamen farklı olan ‘Demir Ökçe’
karanlık bir geleceğin habercisi kabul edilir. Erich Fromm’a göre ‘Demir Ökçe’ kitabı “erken
distopyan” eserlerden, sayılmalı. Anatole France ise, kitabın Fransızca baskısına yazdığı
önsözde bu tanımlamaya karşı çıkmıştı. “Jack London müthiş bir karamsar olarak kınandı.
Gerçek sosyalistler bile parti saflarına korku salmakla suçladılar yazarı… Kimde o değerli ve az
bulunur önsezi yeteneği varsa, gelişini gördüğü tehlikeleri bildirmek zorundadır.”
Jack London’ın kişisel siyasi kanaatlerinin sosyalist/anarşist bir eksende olduğu dışında,
‘Demir Ökçe’yi hangi saikle yazdığına dair elimizde ipucu yok. Ancak, bugün kapitalizmin
ulaştığı dünyanın her yerinde en çok kazandıran kitap, sinema ve müzik eserlerinin ‘distopik’
eserler olduğu gerçeği, bizim de konuyu ‘enine-boyuna’ incelememizi gerekli kılıyor.
Anmadan geçmek olmaz: Bilim kurgu romanların neredeyse ilki sayılacak olan ‘Zaman
Makinesi’ni de uluslar arası eleştirmen çevrelerinde ‘distopik’ olarak tanımlayanlar pek çok.
Tarih ve sosyoloji eğitimi aldıktan sonra edebiyata yönelen Herbert Georg Wells’in yazdığı
roman, The New Review dergisinde dizi halinde yayınlandığı 1895 yılında, sanayi devrimi ve
teknolojinin atılımı nedeniyle gelecekten oldukça umutlu bir toplum içerisinde ilk önce pek
yankı bulamadı.
Halbuki, Wells de, London gibi sosyalist görüşlere sahipti ve aslında yapmak istediği bilim
kurgu üzerinden toplumsal sınıfların ayrışmasını ve ayrıcalıklılar (burjuvazi) üzerinden emeğin
ve giderek bütün dünyanın esir alınmasını okuyucuya ‘geleceğe projeksiyon’ yoluyla
anlatmaktı. Ne ‘Zaman Makinesi’nin ve ne de ‘Dünyalar Savaşı’nın filme çekilen
versiyonlarında H. G. Wells’in “sınıf bakışı” dikkate alındı. Büyük sermayenin hâkimiyeti
altındaki sinema endüstrisinin tek göstermek istediği karanlık bir gelecek kurgusu oldu!
Sosyalist Wells, Eloi’lar ve ‘Morlock’ların bitmeyen, amansız savaşında edebiyat ve sinema
baronlarına bol bol para kazandırdı.
İlginç bir dipnot olarak belirtmek gerek ki, ‘distopik’ edebiyatın öncüllerinin neredeyse hepsi
de sosyalist kanaate sahip yazarlar olmuş. H. G. Wells veya Jack London gibi hayatının sonuna
kadar sosyalist kalanların yanında George Orwell, Yevgeny Zamyatin gibi dönekleri de
eklemek gerek. İngiliz İstihbarat Servisi ile birlikte çalışan Orwell ‘Hayvanlar Çiftliği’ ve ‘1984’
romanlarını Avrupa toplumlarında yaygınlaşan Sovyet desteği ve sevgisini kırmak amacıyla
aldığı sipariş üzerine yazdı. Orwell, gelecekte eşitlik, kardeşlik ve adaletin olmayacağı
vizyonuyla yazarken, aslına kapitalizmin de gelecekten vaz geçtiğini ilan ettiğinin farkında bile
varmadı! Gerçi, kapitalizmin gelecek vizyonu olur mu, bu da ayrı bir tartışma konusu…
Gençlik edebiyatında distopya
Son dönem ‘distopik edebiyat’ın en popüler kitabı “Açlık Oyunları” dünya genelinde 26
milyon adet satışı çoktan geçmiş görünüyor. Sadece ABD’de 135 hafta liste başı olan kitabı
Suzanne Colinns üçlemeye dönüştürdü. Kitabın hemen filmi de yapıldı. Sadece ABD’de 400
milyon doların üzerinde hasılat yapan filmin toplamda 700 milyon dolar hasılat yaptığı
belirtiliyor. 16-17 yaşındaki bir kızın hayatta kalma mücadelesini gelecekte iyiler/kötüler
olarak ikiye bölünmüş totaliter bir toplumun arka fonunda anlatan roman, okuyucusunu
“kurtuluş bireyde” parolasının zaferi kazandığına inandırmak istiyor.
Filmi daha çekilmeye başlanmayan, ama son iki yıldır İngilizce konuşulan ülkelerde liste başı
olan bir kitaptan da söz edelim. Kısa bir süre önce Türkçe olarak da yayınlanan ‘2054: Çıkış
Yok’, gene bir kadın yazarın, Teri Terry’nin eseri. İlk kitabın “tutulması” ile, Terry hemen
‘üçleme’ yapmış. Post-modern çağın sanatlardaki en önemli etkisini, satışı olan eseri
“çoğaltmak” olarak belirleyebiliriz. Satan ne varsa “çoğalt”! Terminator 1, 2, 3! Gerçeğe Çağrı
1, 2, 3!
Teri Terry’nin kitabı ‘Slated’, yani bozulmuş bir beyini ifade ederken, Türkçe’de “2054: Çıkış
Yok” denilmiş. Aslında, iyi de edilmiş. Çünkü, Terry hikayesinde beyni yeniden formatlanan
16 yaşında bir kızın kendisini “evlat edinen” ailesi ve çevresi ile tanışmasını ve önünde duran
“yeniden var olma sınavı”nı başarmasını anlatıyor. Kyla sonunda herkesin aslında
başarmadığını düşündüğünde var olmayı başarmıştır. Çünkü, etrafındaki herkes onun
başardığını anladığında, aslında Kyla yok olacaktır!
Türkiye’de hâlâ basılmamış ama ABD’de listeleri “sallayan” yeni bir ‘distopik kitap’tan da söz
edelim. ‘Ready Player One’ (Bir Numara Hazır), ABD’nin ünlü bir stand-up sanatçısı olan Ernes
Kline’ın kaleminden çıkmış. 17. Baskıyı geçen ‘Ready Player One’ filme de çekiliyor! Cline’ın
yeni romanı ‘Armada’ ise daha okuyucuya ulaşmadan filme çekilmeye başlanmış bile! Cline
‘Ready Player One’da ne anlatmış derseniz: 2044 yılındayız, dünya yıkımın eşiğine gelmiş.
Büyük Kriz’in etkileri sürüyor ve doğal kaynaklar tükenmiş durumda. Çoklu katılımcıların
oynadığı video oyunlarına rağbet son noktada! Romanın kahramanı James Halliday’in video
oyunlarını ele geçirme düşüncesi o ana kadar bilmediği ve her şeye hâkim bir sistem ile
karşılaşmasına yol açar. Halliday’in Paskalya Yumurtaları ise, okuyucunun stand-up’lardan
tanıştığı bir unsur.
Distopya’nın saldırısı mı?
‘Distopyan çağ’ı anlamak için, sanırım, bir adım geriye, Francis Fukuyama’nın “tarihin sonu”
tezine dönmemiz gerekiyor. ABD emperyalizmine ideoloji üretim merkezi olarak bir dönem
önemli hizmetler veren “troçkist yapısalcılar”ın post-modernizmi ilan ederken takındıkları
kutlu parti havası, 11 Eylül 2001’de gene ABD tarafından farklı bir aşamaya geçirildi. Artık,
söz konusu olan, özgürlüklerin toplumsal çerçeveye sığmayan bireysel anlamlandırılması
değil, “demokrasi savaşçıları”nın yerle bir edecekleri bir sonraki hedefti! Her şey demokrasi
için!
Yeni-muhafazakârlıkla birleşen post-yapısalcı, eski troçkistler aynı anda dünya ölçeğinde,
sonunda anlamın anlamsızlığına ulaşacakları, düşüncenin ve insanın değersizleştirildiği bir
‘açılım’ı örgütlediler. ‘Asimetri’ Paul Wolfowitz için anahtar kelime idi. Ama, bu terim ile
sadece askeri alanda değil, hatta özellikle de düşünce alanında “kemiksizlik”, taraflar arası
çizgilerin bulandırılması, sağ ve sol kavramlarının dejenere edilmesi, iyi ve kötü konusunda
sonsuz şüphe yayılması ile otoriteye boyun eğmenin sağlanması amaçlanıyordu. Post-
modernizm tüm klasikleri inkâr ederken veya insanın hep daha yetkinleşmek arzusunu alaya
alırken bireyin var olma savaşını bastırma işlevi görüyordu. Bugün, emperyalizmin dünya
ölçeğinde çıkışsız ve öngörüsüz ölümü beklediği koşullarda sanata da bu düşünsel buhranın
yansımaması düşünülemez.
Distopya, işte bu noktada işlevini ifa etmek üzere tarih sahnesindeki yerini almaktadır.
Distopya, aslında mali sermayenin bireyin umutsuzluğundan para çıkarma sanatından başka
bir şey değildir. Distopya, gelecekten umut beslemeyi, bireylerin kolektifi olarak emeği, bir
‘dava’ için bir araya gelmeyi inkâr ederek, bireye kendisini hapsedeceği “Kafka-esk” bir hücre
sunmaktadır. Hemen bütün ‘distopik’ eserlerin ortak özelliği kötücül ve sürü karakterine
sahip ‘topluluklar’ın dışına kaçan, tek başına hayatta kalmak zorunda olan bireyin ‘hikâye’sini
anlatmalarıdır. ‘Tehdit’, aykırı olan bireyi toplulukla özdeşleştirmek isteğinden gelir.
Çatışmanın odak noktası ‘aynılaşmak’ zorlamasına karşı ‘kahraman’ın eylemleridir.
Distopya kavramının bugünkü içeriğini göz önüne aldığımızda, Jack London (Demir Ökçe),
George Orwell (1984), Ray Bradbury (Fahrenheit 451), Aldous Huxley (Cesur Yeni Dünya), H.
G. Wells (Zaman Makinesi) veya Ursula Le Guin (Mülksüzler) gibi daha niceleri bugün
‘distopyan edebiyat klasikleri’ olarak gösterilseler de, aslında o eserleri yazıldığı
zaman/mekân ilişkisinden ve yaratıcısının ‘amel’inden bağımsız ele almamız, eserlerin
kendilerine haksızlık olur.
Ancak, George Clayton Johnson, William Gibson, John Wyndham gibi sinema ile de çok yakın
ilişkileri olan yakın zaman edebiyatçılarının çerçevesini çizdiğim anlamda distopya kavramının
içeriği ile daha sıkı ilişkili olduklarını iddia etmek, sanırım yanlış olmaz.
Toplumsal histerinin kolektif amaçları daha fazla kapı dışına ittiği zamanlarda yaşıyoruz. Bu
doğru. Ama, zaten kapitalizmin emperyal sarmalını kıracak olan da gene küresel karşılığını
bulacak olan kolektif direnişler değil midir?
Yeni Başlayanlara Distopyan Edebiyat:
1- 1984 (George Orwell)
2- Fahrenheit 451 (Ray Bradbury)
3- Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley)
4- Androidler Koyun Rüyası Görür Mü? (Philipp K. Dick)
5- The Running Man (R. Bachmann – Stephen King)
6- Zaman Makinesi (H. G. Wells)
7- Mülksüzler (Ursula Le Guin)
8- Antilop ve Flurya (Margaret Atwood)
9- Kedi Beşiği (Kurt Vonnegut)
10- Bulut Atlası (David Mitchell)
Yeni Başlayanlara Distopyan Sinema:
1- Metropolis (Fritz Lang)
2- 1984 (Michael Anderson)
3- Bıçak Sırtı (Ridley Scott)
4- Brazil (Terry Gilliam)
5- Cezalandırıcı (Marco Mrambilla)
6- New York’tan Kaçış (John Carpenter)
7- Açlık Oyunları (Garry Ross)
8- Matrix (The Wachowski Brothers)
9- Azınlık Raporu (Steven Spielberg)
10- Tanrının Kitabı (Albert Hughes)
Bir cevap yazın