Elimden tutan bir dev; güvendiğim şeylerin toplamı. Sevginin de, korkunun da kendinde birleştiği
kutsal baba. “Acilden girelim. Şimdi diğer kapılar daha kalabalıktır.” diyor. “Sakın bırakma elimi.”
Ben onun uzantısıyım artık. Sedyede yatan kafası kanlar içinde bir adam geçiyor yanımdan, soluk
mavi bir pijama giymiş, etrafında telaşlı bir kalabalık var. Adamla gözlerimiz kilitleniyor bir an ya da
bana öyle geliyor. Şaşıyım ben, pek emin olamıyorum. Hastanenin bembeyaz, dezenfektan kokan
koridorları bildiğim tüm dualardan daha uzun. Biz geçerken hemşireler, temizlikçiler, hasta bakıcılar
çekinerek selam veriyor, ardımızdan da fısıldaşıyorlar. Babam öyle dik, öyle kendinden emin ki bu
sıradan insanlar onun için yok gibi. Ne de olsa Göz Doktoru Zafer Dikbaş o.
Odasına çıkıyoruz. “Sen bir kenarda dur, lafa söze girme.” diyor. Boş asistan masasına
kuruluyorum, seviyorum burayı; kimse dokunmuyor bana. Üstelik dışarıyı da görebiliyorum burdan;
yavru kediler var bahçede. “Birini alsak, eve götürsek.” demeye cesaretim yok. Hastalar girip
çıkıyor, bin çeşit insan, onların resimlerini yapıyorum, bazen de kedileri çiziyorum. Bacaklarım
sandalyeden birer ip parçası gibi sarkıyor. Benimle ilgilenmiyor artık babam, bırakıldığım yerde
kalıyorum ta ki beni hatırlayıp çekiştirinceye kadar. Bazen de hastalara beni gösterip “Bazen tıp da
çaresiz kalabiliyor, bakın bu benim kızım. Gözlerini düzeltemedik daha.” diyor. Telaşlanıyor,
gözümde gözlük olmadığını, kapama bandını evde unuttuğumu hatırlayıveriyorum. Korkuyla
irkildiğimde sanırım daha şaşı görünüyorum ki, en çok böyle zamanlarda azar işitiyorum. “Nerde
senin gözlüğün,…” Bu cevap verilmemesi gereken bir soru, cevap verirsem, cılız sesim onu daha
da kızdıracak. Susmak en iyisi. Bugün resmimim konusu mavi pijamalı bir adam. Yanında
koşturan, ağlayanların arasına kendimi de çizdim. Arada süslü hemşire uğruyor odaya, annemden
daha yakın duruyor babama. Şen şakrak, ışıldayan bir tip. Benden pek hoşlanmadığı kesin; “Yine
mi geldin sen?” diyerek imalı bir kahkaha atıyor. Babam ona ters bakıyor kısa bir an, sonra o da
gülüyor. O ters baktığı anda kalmayı istiyorum. Bazı anlar diğerlerinden daha uzun olmalı, anneme
gidip “Biliyor musun babam süslü hemşireye kızdı.” diyebileceğim kadar uzun. Bende derinlik hissi
yokmuş öyle demişti babam bir hastaya. Bu benim şuçum mu bilmiyorum. Üstelik çocukların yüzde
dördünde görülebiliyormuş bu durum. Bu da babamın başına gelmişti işte. Zavallı babam.
“Şu kızı benim yanıma verme bir daha.” diye bağırdı eve girer girmez. Mahcup oluyormuş iş
arkadaşlarına, süslü hemşireye sanırım ya da doktor hanıma da olabilir. Yoksa Fatma teyze, Ali
amca falan bana öyle iyi davranıyorlar ki. Babama göre bunlar hep ona yaranmak için, o yüzden
ben de pek yüz vermiyorum onlara. Annem “Şirkete çocuk getirilmiyor, idare et bakıcı gelinceye
kadar.” diyor. Bitmeyen işlerine devam ediyor. Evin içinde hep koşturuyor. Şirkete bir kere
gitmiştim, işini seviyor olsa gerek; orada hiç yerinden kalkmıyor. Kocaman bir salonda bir sürü
insan sürekli bilgisayara bakıp, telefonla konuşuyor. Ben büyüyünce pastacı olmaya karar verdim.
Annem yemek hazırlayıncaya kadar, abajurların aydınlattığı loş salonumuzda oturuyoruz. Babam
kitabına dalıyor ben hayallerime. Yine yok gibiyim, kocaman koltukta görünmezim ben. Birden
bana dönüyor babam; “Yarın gözlüğünü falan yanına al, kızdırma beni. Herkese tavsiye veriyoruz,
benim kızım anlamıyor nedense. Bana bak böyle kalmak istemezsin değil mi?” Bozuk bir nesne
gibi yüzüme bakıp, “Düzgün bak” diye gürlüyor. “Aptal bakma, cin gibi ol.” Ben bilmiyorum düzgün
bakmayı, pastacıların aptal bakmalarında bir sakınca yoktur umarım. Mutfağa kaçıyorum, annem
bana sarılıyor, güzel kızım diye seviyor beni. Kendini de güzel sanıyor zaten. Oysa süslü hemşire
ikimizden de güzel. “Aldırma sen babanın dediklerine, gözlerin de düzelecek. Boş ver !” diyor. Nasıl
aldırmam, doktor olan o. “Babama mavi bir pijama alalım anne; babalar günü yaklaşıyor, onu çok
sevdiğimi bilmeli.”
Yemek yiyoruz sessizce… Annem sofrayı topluyor, ben odama geçiyorum, babam kitabına
dönüyor. Artık yatma vakti diye bağırıyorlar. Yatağıma uzanıyorum, annem iyi geceler diyor
kapıdan. Bana sarılsın, öpsün istiyorum ama vakti yok onun. Anlıyorum ki bu umut yersiz, gereksiz.
Pelüş kedime sarılıyor, şaşı gözlerimi kapatıyor, uyuyorum.
DOKTORUN KIZI – EVRİM AYBAR
Yorumlar: 1
Bir cevap yazın Cevabı iptal et
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal